Hepinizin malumudur ki bir dönem üniversitelere, askeri alanlara başörtülüler alınmıyordu.
Güç odağı olan dönemin kafası; bir inatlaşma uğruna, mağrur bir eda ile laikliğin ölçüsünü ve kantarın topuzunu kaçırarak kadınlarımızın kılık kıyafeti ile uğraşıyordu.
Feracesi, cübbesi, sarığı bunların hepsi de tu kaka olarak görülüyordu.
Elbette insanların giyim kuşamlarından dolayı bir aşağılanma, küçümsenme ayyuka çıkmıştı.
Ama gelin görün ki o dönemin kafası bunu ne anlayabiliyor ne de hissedebiliyordu.
Bildiklerini okuyorlardı.
Dediğim dedik modundaydılar.
Giyim kuşamdan dolayı insanlar arasında kamusal alanda bir ayrımcılık almış başını gidiyordu.
Sevmedikleri, tasvip etmedikleri insanların özgürlüklerine habire dokunuyorlardı.
Özgürlükleri, hakları kafalarına estiği şekilde kırptıkça kırpıyorlardı. Ve devran döndü bugünlere gelindi. Şimdilerde ise tam tersi bir durum var, o da şu:
’’O dönemin yasakları serbest, serbestleri yasak.’’
Yazılarımı takip edenler buraya kadar ne demek istediklerimi bilir.
Ama ilk kez okuyanlara bu noktada şunu açıklamalıyım:
Yukarıdaki sözlerimden feraceyi, cübbeyi, sarığı savunduğum anlamı çıkarılmasın.
Ben, kılık kıyafet özgürlüğünü savunuyorum. Her türlü...
Hatta müslümanlığın asla kılık kıyafet ile olmayacağını, başörtüsü de dahildir buna, düşünenlerdenim.
İslam, esenlik ve barış için insana tek giysi giydirir, o da TAKVA GİYSİSİDİR.
İslam, takva giysisi ile esenliği ve barışı sağlar.
Bu bakımdan şiarım her zaman şu olmuştur:
‘’Dileyen, dilediğine inanır; dileyen, dilediği gibi giyinir.’’
Kur’an-ın dili de budur.
Zaten ülkemizin başına ne gelmişse birbirimizin dış görünüşü ile uğraşmaktan dış görünüş esasında birbirimize bakmaktan ileri geliyor. Bu, bir sıkışmışlıktır. Yani başlarımızı yararsız ideoloji ve dava teraneleriyle sıkıyoruz. Bu cihette her kesimden SIKMA BAŞLARIN güç odağı olduğunda canımızı sıktığını, canımızı yaktığını görebiliyor, hissedebiliyoruz.
Buna ‘DUR!’ deme zamanı geldi de geçiyor.
Bu, darboğazın içindeki kısır döngüdür.
Ve bu anlayışı başlarımızdan yıkma gibi tarihsel sorumluluğumuz ve görevlerimiz var.
MECBURUZ BUNA.
BAŞA BELA ÇÜNKÜ.
HEM DE HEPİMİZİN BAŞINA BELA...
Şekilden çıkıp bir türlü sadede gelemedik yıllardır.
Şekilde boğulduk.
Her neyse...
O zaman sadede gelelim.
ÖZE...
Evet, içinde bulunduğumuz dönemde başörtülüler üniversitelere girebiliyorlar, devlet dairelerinde görev alabiliyorlar, askeri ve yargı alanında her pozisyona gelebiliyorlar.
Hal böyle iken ve sadede de gelmiş iken sormak lazım:
Başörtülüler, her alana girebiliyor iken acaba TAKVA GİYSİLİLER her alana girebiliyor mu?
Başörtülüler için yasak kalktı.
Ya TAKVA GİYSİLİLERE yasak kalktı mı?
Allah, en güzel elbisenin TAKVA GİYSİSİ olduğunu ifade ediyor.
Durum budur aslında.
Gerçeğin ta kendisi.
ÖZBEÖZ...
Ama bizler mülakatlarda, işe alımlarda, nepotizm bataklığında içimizin almadığı, içimizin kaldırmadığı, midemizin bulandığı o kadar olay ile karşılıyoruz ki bundan dolayı şunu diyoruz:
‘’DEMEK Kİ TAKVA GİYSİLİLERE DEVLET AÇIK DEĞİL, KAPALI.’
Yoksa takva giysililer hüküm sürse inanınız asla insanlara kötülük eden haksızlık, adaletsizlik, iltimas, hukuksuzluk dokunmaz.
Takva giysililer olsaydı ne mülakatlarda ne işe alımlarda adaletsizlikler olurdu, haksızlıklar olurdu, hukuksuzluklar olurdu. Çünkü takva giysililer kendilerini bütün kötülüklerden her durum ve koşulda korur. Asla eyyamcı değildir. Asla koşullara göre hareket etmez. Asla çıkarcı değildir. Asla kötülüğü yıkamaz. Onlar için kötü kötüdür. Kime yapılırsa yapılsın.
ARTIK SADEDE GELDİK EFENDİLER!
BAŞÖRTÜLÜLERE YASAK KALKTI.
TAKVA GİYSİLİLERE, BU YASAK, NİYE?
BU SEFER DE TAKVA GİYSİSİ Mİ YASAK?
Not: Takva giysisi olanlar kötülüklerden korur kendilerini ve kimseye kötülük etmezler. O zaman açın takva giysililere kapıları. Esenlik ve barış gelsin. Adalet ve hak gelsin. Kötülükler, katakulliler, dönen dolaplar, kayırmalar kapı dışarı olsun.
Saygılarımla...
Yusuf SEVİNGEN