Okullar, Değer ve Anlam Yuvaları Olmalı
Okullar, Değer ve Anlam Yuvaları Olmalı
2017-2018 ders yılı birinci dönemi 19 Ocak 2018 günü itibariyle öğrencilere karneleri verilerek tamamlanacak. Kimi öğrenciler üzülecek kimi öğrenciler ise sevinecek. Eşyanın tabiatı gibi. Keşke eğitim-öğretim sistemimiz öyle bir yapılanmış olsa ki tüm öğrencilerimiz, bu sistem içinde kendilerini değerli ve anlamlı hissederek mutlu olabilse... Bizler ise fırsat ve imkan eşitliği esasında onları bu yönde hep destekleyebilsek... Ama ne yazık ki yeni kuşaklarımızın ilgilerini ve yeteneklerini sınavlara gömerek, onları anlam ve değer arayışında çıkmazlar ve bunalımlar içinde yok ediyoruz. İlgileri de, yetenekleri de bu eğitim düzeni içinde çekiliyor, suyu çekilen göl gibi, ırmak gibi... Çocuklarımızı, ilgileri ve yetenekleri doğrultusunda anlam ve değer yatağında coşkun sular gibi akıtamıyoruz.
YANİ, ONLARI BU ESASTA OKULDA, TOPLUMDA VS. DİĞER ALANLARDA VAR EDEMİYORUZ...
Öyle ki kurduğumuz bu sistem içinde sınavları bir elek yaparak kendi ellerimizle çocuklarımızı o eleklerin içine hapsediyoruz. O eleğin içinde taklit etmeyi öğreniyor çocuklarımız. Yani, anlamın ve değerin o elekten geçerek bulunacağını, varlığının ispatının ancak böyle ortaya konulabileceğini öğreniyor. Bu öğrenim şekli ya da tarzı ya da yöntemi ya da düzeni, ne ad koyarsanız koyun, okuldan başlayarak her alanda taklitçiliği (mukallit olma) çocuğa dayatıyor. Ve çocuklarımızda benzeme (merkezi sınavlarda başarılı ol!), örnek gösterilen gibi olma (falancanın çocuğu gibi doktor ol!) şiarı ile hareket etme kendini gösteriyor. Eee, serde çevre tarafından parmakla gösterilen çocuk olmak var, öyle değil mi? Böylece, çocuklarımız, bu eğitim düzeni içinde asla kendileri olamıyor. –Mış gibi olup o elekten çıkmaya çalışıyorlar. Tabi, bu süreçte sistemin geçit vermediği ilgileri ve yetenekleriyle mücadeleye girişiyorlar. İlgilerini-yeteneklerini kendilerinden taviz verip un ufak edenler bu eleklerden geçerken, bunu yapamayanlar ya da yapmak istemeyenler elek içinde mahkumiyeti iliklerine kadar hissederek yaşıyor. Öğrenim süreleri boyunca da bu mahkumiyet devam ediyor. Elek üstünde yapılan onca elemeden, onca çevrilmeden ve belirlenmiş bir süre bu esareti yaşadıktan sonra elekten (her tür sınav) geçemeyen o kimseler (bunlar çoğunluktur bence) zamanı geldiğinde (örgün eğitim/öğrenim çağı dışına çıkma), tıpkı eleğin içinde kalan ‘çer çöp’ gibi bir kenara atılma sonu ile karşı karşıya kalacaktır. Yani ‘yararsızsın ya da işe yaramazsın!’ muamelesi bu. Elekten geçenler ise yemeklerin ya da başka şeylerin içinde anlamı, değeri ve lezzeti tadacaklar. Elekte kalanlar, oradan çıkamayanlar; eğitim-öğretim kapılarının önüne konan kimselerdir. Ve onlar ki, eğitim-öğretim sistemi içinde kendilerini anlamlı ve değerli hissetmemişlerdir. Ve onlar ki, kendilerini bulgurun içindeki küçük taşlar ve çer çöp gibi görmüşlerdir. Üzülerek ifade etmeliyim ki, belli sınavların, öğrencilerin hayatında yönlendirici olduğu, öğrencilerin hayatının merkezine oturduğu, adeta öğrencilerin kaderlerini tayin ettiği bir eğitim-öğretim düzeni içinde kötü-iyi ayrımı yapan bir bakış ve anlayış hüküm sürer. Bu hükmün, her yenilikçi adım ya da hamle sırasında kulaklarımıza fısıldadığı söz ise hep aynıdır: ‘’AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI...’’
Eğitim öğretim anlayışımız ve bakışımız hep bu söze kulak veriyor ne yazık ki. Çocuklarımızın beklentilerini, ilgilerini, yeteneklerini hiç mi hiç dinlemiyor. Halbuki kötü-iyi öğrenci ayrımlarını bir kenara bırakıp tüm öğrencileri ilgi ve yetenekleri doğrultusunda anlamlı ve değerli kılmaya çalışsak ne güzel olur! Topluma, okuldan ‘anlamsız ve değersiz’ notları alarak katılan kimseleri bir düşünün bakalım, sizce pskolojik yönden ne durumdadırlar?
Okullarımız, çocuklarımızın bir anlamı ve değeri olduğunu, onları başarılı oldukları yani ilgi duydukları ve yeteneklerinin olduğu alanlara yönlendirerek gösterebilir. Bu da ancak sınavsız ve ilgi-yetenek-bireysel merkezli düşünülen anlayış ve bakış ile hazırlanan bir eğitim öğretim düzeni içinde kendisine yer bulabilir. Yoksa zorlamalarla ancak göstermelik birkaç kare çıkar. O da eğitim-öğretim ortamında ancak misafir olabilir. Gelir ve gider. Gelir ve gider. Gelir ve gider. Bence ucundan tuttuk ama hayata tam manasıyla geçirme noktasında çok zaman kaybediyoruz. Uygulama aşamasında devrimsel derecede cesur ve kararlı olabilirsek ve devinimsel şekilde çocuklarımıza eğitim-öğretim ortamlarından yayılarak değer ve anlam aşılayabilmeyi kendimize misyon-vizyon yapabilirsek bu işin üstesinden gelebiliriz.
Yoksa karnelerde ve sınav sonuç belgelerinde çocuklarımızın ilgilerini ve yeteneklerini değil, yalnızca eğitim-öğretim düzeni içinde onlara gösterilen yolda ilerleyip ilerleyemediklerini görmüş ve ne kadar ilerlediklerini ölçmüş oluruz.
Hal böyle olunca nice sporcular nice ressamlar nice müzisyenler nice bilim insanları nice yetenek-ilgi sahibi kimseler elimizden kaçar gider. Kaçırmamalıyız, çocuklarımızı elekte ayıklamamalıyız, çocuklarımızı ayırmamalıyız, onlara kendi kaderlerini tayin hakkı vermeliyiz, onlara ilgi-yeteneklerine göre seçme hakkı ve fırsatı tanımalıyız, onları okullarımızda ilgi ve yeteneklerine göre anlamlı ve değerli kılabilmeliyiz. Bunu başarabiliriz artık. Evet, her öğrencide bir anlamın ve değerin var olduğunu bilerek onu keşfetmeye çalışalım ve öğrenciyi tam da oraya oturtalım ki öğrenci kendini gerçekleştirebilsin ve bulabilsin. Yoksa kendini arayan insanlar olacaklar, bir müddet sonra da anlamsız olduklarını hissettiklerinde her şeye boş verecekler. Sınav kağıtlarını boş veren öğrenciler aslında ne çok şey anlatır, bilir misiniz? Ne olur boşlukta bırakmayalım çocuklarımızı... Bir anlamının ve değerinin var olduğunu gösterelim, buna göre eğitim sistemimizi gözden geçirip eğitimde yüzeysel değil derinsel bir reform yapalım. Ucundan tuttuk, cesaret ve kararlılık ile bunu başarabiliriz. Her dönemin ve ders yılının sonunda ASLINDA BİR YILDIZ kayıyor kalem tutan ellerimizin arasından, BİR YILDIZ... Bakılmayan, görülmeyen, anlaşılmayan...
FARKINDA MISINIZ?
Bir tavsiye: Değerli öğretmenlerimiz, öğrencilerinizin 1. dönem karnelerindeki görüş kısmına eğitim sisteminin göremediği değerini ve anlamını yazın bence. Gördüğünüzü ona ve velisine gösterin. Gösterin ki karnenin solundaki notların ne kadar anlamsız ve değersiz olduğu anlaşılsın...
Özlü söz: Mukallit olma (taklit etme), insanların kişiliklerini, özlerini, ilgilerini, yeteneklerini yok eden bir virüstür. İnsanların hayatlarına yayıldığı an o insanların meydana getirdiği toplumlar ilerleyemez, yerinde sayar ve evrensel değeri olan bilime-sanata-spora-müziğe-resime kapalıdır. Herkese iyi ara tatiller... Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN KamuAjans.Com / Özel
2017-2018 ders yılı birinci dönemi 19 Ocak 2018 günü itibariyle öğrencilere karneleri verilerek tamamlanacak. Kimi öğrenciler üzülecek kimi öğrenciler ise sevinecek. Eşyanın tabiatı gibi. Keşke eğitim-öğretim sistemimiz öyle bir yapılanmış olsa ki tüm öğrencilerimiz, bu sistem içinde kendilerini değerli ve anlamlı hissederek mutlu olabilse... Bizler ise fırsat ve imkan eşitliği esasında onları bu yönde hep destekleyebilsek... Ama ne yazık ki yeni kuşaklarımızın ilgilerini ve yeteneklerini sınavlara gömerek, onları anlam ve değer arayışında çıkmazlar ve bunalımlar içinde yok ediyoruz. İlgileri de, yetenekleri de bu eğitim düzeni içinde çekiliyor, suyu çekilen göl gibi, ırmak gibi... Çocuklarımızı, ilgileri ve yetenekleri doğrultusunda anlam ve değer yatağında coşkun sular gibi akıtamıyoruz.
YANİ, ONLARI BU ESASTA OKULDA, TOPLUMDA VS. DİĞER ALANLARDA VAR EDEMİYORUZ...
Öyle ki kurduğumuz bu sistem içinde sınavları bir elek yaparak kendi ellerimizle çocuklarımızı o eleklerin içine hapsediyoruz. O eleğin içinde taklit etmeyi öğreniyor çocuklarımız. Yani, anlamın ve değerin o elekten geçerek bulunacağını, varlığının ispatının ancak böyle ortaya konulabileceğini öğreniyor. Bu öğrenim şekli ya da tarzı ya da yöntemi ya da düzeni, ne ad koyarsanız koyun, okuldan başlayarak her alanda taklitçiliği (mukallit olma) çocuğa dayatıyor. Ve çocuklarımızda benzeme (merkezi sınavlarda başarılı ol!), örnek gösterilen gibi olma (falancanın çocuğu gibi doktor ol!) şiarı ile hareket etme kendini gösteriyor. Eee, serde çevre tarafından parmakla gösterilen çocuk olmak var, öyle değil mi? Böylece, çocuklarımız, bu eğitim düzeni içinde asla kendileri olamıyor. –Mış gibi olup o elekten çıkmaya çalışıyorlar. Tabi, bu süreçte sistemin geçit vermediği ilgileri ve yetenekleriyle mücadeleye girişiyorlar. İlgilerini-yeteneklerini kendilerinden taviz verip un ufak edenler bu eleklerden geçerken, bunu yapamayanlar ya da yapmak istemeyenler elek içinde mahkumiyeti iliklerine kadar hissederek yaşıyor. Öğrenim süreleri boyunca da bu mahkumiyet devam ediyor. Elek üstünde yapılan onca elemeden, onca çevrilmeden ve belirlenmiş bir süre bu esareti yaşadıktan sonra elekten (her tür sınav) geçemeyen o kimseler (bunlar çoğunluktur bence) zamanı geldiğinde (örgün eğitim/öğrenim çağı dışına çıkma), tıpkı eleğin içinde kalan ‘çer çöp’ gibi bir kenara atılma sonu ile karşı karşıya kalacaktır. Yani ‘yararsızsın ya da işe yaramazsın!’ muamelesi bu. Elekten geçenler ise yemeklerin ya da başka şeylerin içinde anlamı, değeri ve lezzeti tadacaklar. Elekte kalanlar, oradan çıkamayanlar; eğitim-öğretim kapılarının önüne konan kimselerdir. Ve onlar ki, eğitim-öğretim sistemi içinde kendilerini anlamlı ve değerli hissetmemişlerdir. Ve onlar ki, kendilerini bulgurun içindeki küçük taşlar ve çer çöp gibi görmüşlerdir. Üzülerek ifade etmeliyim ki, belli sınavların, öğrencilerin hayatında yönlendirici olduğu, öğrencilerin hayatının merkezine oturduğu, adeta öğrencilerin kaderlerini tayin ettiği bir eğitim-öğretim düzeni içinde kötü-iyi ayrımı yapan bir bakış ve anlayış hüküm sürer. Bu hükmün, her yenilikçi adım ya da hamle sırasında kulaklarımıza fısıldadığı söz ise hep aynıdır: ‘’AYIKLA PİRİNCİN TAŞINI...’’
Eğitim öğretim anlayışımız ve bakışımız hep bu söze kulak veriyor ne yazık ki. Çocuklarımızın beklentilerini, ilgilerini, yeteneklerini hiç mi hiç dinlemiyor. Halbuki kötü-iyi öğrenci ayrımlarını bir kenara bırakıp tüm öğrencileri ilgi ve yetenekleri doğrultusunda anlamlı ve değerli kılmaya çalışsak ne güzel olur! Topluma, okuldan ‘anlamsız ve değersiz’ notları alarak katılan kimseleri bir düşünün bakalım, sizce pskolojik yönden ne durumdadırlar?
Okullarımız, çocuklarımızın bir anlamı ve değeri olduğunu, onları başarılı oldukları yani ilgi duydukları ve yeteneklerinin olduğu alanlara yönlendirerek gösterebilir. Bu da ancak sınavsız ve ilgi-yetenek-bireysel merkezli düşünülen anlayış ve bakış ile hazırlanan bir eğitim öğretim düzeni içinde kendisine yer bulabilir. Yoksa zorlamalarla ancak göstermelik birkaç kare çıkar. O da eğitim-öğretim ortamında ancak misafir olabilir. Gelir ve gider. Gelir ve gider. Gelir ve gider. Bence ucundan tuttuk ama hayata tam manasıyla geçirme noktasında çok zaman kaybediyoruz. Uygulama aşamasında devrimsel derecede cesur ve kararlı olabilirsek ve devinimsel şekilde çocuklarımıza eğitim-öğretim ortamlarından yayılarak değer ve anlam aşılayabilmeyi kendimize misyon-vizyon yapabilirsek bu işin üstesinden gelebiliriz.
Yoksa karnelerde ve sınav sonuç belgelerinde çocuklarımızın ilgilerini ve yeteneklerini değil, yalnızca eğitim-öğretim düzeni içinde onlara gösterilen yolda ilerleyip ilerleyemediklerini görmüş ve ne kadar ilerlediklerini ölçmüş oluruz.
Hal böyle olunca nice sporcular nice ressamlar nice müzisyenler nice bilim insanları nice yetenek-ilgi sahibi kimseler elimizden kaçar gider. Kaçırmamalıyız, çocuklarımızı elekte ayıklamamalıyız, çocuklarımızı ayırmamalıyız, onlara kendi kaderlerini tayin hakkı vermeliyiz, onlara ilgi-yeteneklerine göre seçme hakkı ve fırsatı tanımalıyız, onları okullarımızda ilgi ve yeteneklerine göre anlamlı ve değerli kılabilmeliyiz. Bunu başarabiliriz artık. Evet, her öğrencide bir anlamın ve değerin var olduğunu bilerek onu keşfetmeye çalışalım ve öğrenciyi tam da oraya oturtalım ki öğrenci kendini gerçekleştirebilsin ve bulabilsin. Yoksa kendini arayan insanlar olacaklar, bir müddet sonra da anlamsız olduklarını hissettiklerinde her şeye boş verecekler. Sınav kağıtlarını boş veren öğrenciler aslında ne çok şey anlatır, bilir misiniz? Ne olur boşlukta bırakmayalım çocuklarımızı... Bir anlamının ve değerinin var olduğunu gösterelim, buna göre eğitim sistemimizi gözden geçirip eğitimde yüzeysel değil derinsel bir reform yapalım. Ucundan tuttuk, cesaret ve kararlılık ile bunu başarabiliriz. Her dönemin ve ders yılının sonunda ASLINDA BİR YILDIZ kayıyor kalem tutan ellerimizin arasından, BİR YILDIZ... Bakılmayan, görülmeyen, anlaşılmayan...
FARKINDA MISINIZ?
Bir tavsiye: Değerli öğretmenlerimiz, öğrencilerinizin 1. dönem karnelerindeki görüş kısmına eğitim sisteminin göremediği değerini ve anlamını yazın bence. Gördüğünüzü ona ve velisine gösterin. Gösterin ki karnenin solundaki notların ne kadar anlamsız ve değersiz olduğu anlaşılsın...
Özlü söz: Mukallit olma (taklit etme), insanların kişiliklerini, özlerini, ilgilerini, yeteneklerini yok eden bir virüstür. İnsanların hayatlarına yayıldığı an o insanların meydana getirdiği toplumlar ilerleyemez, yerinde sayar ve evrensel değeri olan bilime-sanata-spora-müziğe-resime kapalıdır. Herkese iyi ara tatiller... Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN KamuAjans.Com / Özel
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.