Öğretmenliğin Bedeni Var, Ruhu Nerede?
26 Mayıs 2017 günü, 20. dönem adli yargı Hakim ve Cumhuriyet Savcıları kura töreninde konuşan Adalet Bakanı Sayın Bekir BOZDAĞ, yeni hakim ve savcılara önerilerde bulunurken dikkat çekici bir cümle kuruyor, diyor ki: ‘’Kararlarınızı kes-kopyala-yapıştır tekniği ile yazmayınız...’’
Anlaşılan odur ki, yargı içerisinde kafa yormaya, bir ifade ya da cümle üretmeye, özgünlük ve yaratıcılık gibi birtakım emek isteyen eylemlere, külfet olduğundan olsa gerek, başvurulmamaktadır. Başvurulmayınca da, kolaycılık baş göstermek de, tembellik hasıl olmakta ve gelişim kat edilememekte, yol alınamamakta ve prosedür gereği yapılmış olan bir işlemden öteye geçilemeyerek, kağıttan dökülenler değerini ve önemini yitirebilmektedir. Sayın BOZDAĞ, bu ifadeleri ile aslında tüm devlet kurumlarındaki iş/işlemlerin ya da eylemlerin, emeksiz, üretimsiz, teknolojik nimetlerden faydalanmayı suistimal edercesine yapıldığına dikkat çekiyor bence. Buradan hareketle okullarımızın ve öğretmenlerimizin iş/işlemlerinde ve eylemlerinde, ne kadar emek-üretim-özgünlük-yaratıcılıktan uzaklaştıklarını, taklite-kes/kopyala/yapıştır teknikleri içerisinde mesleklerini tam manasıyla özümseyemediklerini de ifade etmek durumundayız. Şöyle ki;
Örneğin, bir öğretmen, sene başında ve sene sonunda yapacağı iş/işlemlerin ne kadarını kendisi yapmaktadır? Bir öğretmenin yıllık planları, zümre öğretmenler kurulu toplantıları, şube öğretmenler kurulu toplantıları ve diğer iş/işlemleri ne kadar bilinçlidir, bu iş/işlemlerin ne kadarı öğretmenlerce özümsenmiştir ve en önemlisi ne kadarı özümsenmiş teorinin pratik aktarımı şeklinde eyleme dönüşerek tezahür edebilmektedir? Öncelikle bunları sorgulamalıyız.
Ne yazık ki, öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu, bilgisayar çağında olduğumuz için bunun nimetlerinden istifade etmektedir, yalnız bu istifade suistimale açıktır, bu bakımdan öğretmenlerin yaratıcılığını-özgünlüğünü-üretme çabasını ortadan kaldırabilmektedir. Ve öğretmen, bu kurulu mutat düzen içinde, robota dönüşmekte, öğrenciler de öğretmenin bu haliyle olsa gerek onlardan görerek ve onlara ayak uydurarak robotlaşabilmektedir. Bir öğretmen, robot halinde iken, asla ama asla şuurlu ve amaçlı emek sarf edemez, emek ile kastettiğim bilgisayar başına geçerek bir internet sitesinden edinilmiş yıllık planlar ya da toplantı tutanakları üzerinde yapılan düzeltmeler için harcanan zahmet, enerji ya da bedensel hareketler değildir, yani üretemez, yaratıcılığını-özgünlüğünü ortaya koyamaz. Öğrencilerinin ise öğrenim hayatları içindeki ilgi ve yeteneklerini keşif yolculuğunda, kendilerini bulmalarını sağlayamaz, aksine öğrencilerini sınırlandırıp kısıtlayarak onları daracık alanlara hapseder. Böylece, öğrencileri kendilerini keşfedemeden öğrenim hayatlarını tamamlamış olur. Onun için öğrenciler, sosyal-bilişsel gereksinimlerinden ziyade temel ihtiyaçlarını karşılamaya endeksli bir yol haritası çizerler kendilerine. İşte bu dönen öğrenim çarkının endekslenme faturası hem öğrencinin kendisi hem toplum hem de milli eğitim açısından düşünüldüğünde çok ağır olabilmektedir. O zaman çözüm, çocukların dönüp dönüp okudukları çarktan kurtarılması olmalıdır, bunun için ise öğretmen bu ezberin içinden kurtarılmalıdır, öğretmeni-öğrencisi ile yaratıcılığı-özgünlüğü-üretimi özendirici ve bunların yolu açan bir eğitim öğretim düzeni kurulmalıdır. Eğitim öğretim ortamlarında, bu saydığımız nitelikler ortaya konursa verim artar. Yoksa, hasat zamanları şişirme ve göz boyama verimliliği ile idare edilir. Bu da ancak şu anı kandırabilir, gelecekte ise bunun ağır faturası çıktığında gerçekler sert bir biçimde yüzümüze vurulmuş olunur. Şu an göremediğimiz, farkına varamadığımız ya da anlayamadığımız gerçekler, o zaman şok edici bir özellik kazanmış olur.
Sonuç olarak öğretmen, mesleğine eğer ki gerçekten emek vermezse, onu özümseyemez ve ona şuur katamaz. Bu durumda, teknolojiye ve bilgisayara ayak uydurmuş, kendisini ona uyarlamış robotlar çıkar ki karşımıza, işte bu durumda birbirine benzeyen kağıttan öğretmenler oluveririz. Ne mesleğimizi şuurlandırabiliriz ne özümseyebiliriz ne de mesleğimizi geliştirebiliriz. Özellikle geleceğe baktığımızda, içi boşaltılmış, kof olmuş, değerini, önemini ve saygınlığını tümüyle yitirmiş, küçük bedenleri bir mekan ya da alan içinde zaptetmeye çalışan bir görüntü içinde, öğretmenlik mesleği özünden kopar, giderek bozulmaya yüz tutar.
ONUN İÇİN MESLEĞİMİZE, HAZIRLADIĞIMIZ DOKÜMANA ŞUUR YA DA BİLİNÇ KATMALIYIZ, KES-KOPYALA-YAPIŞTIR TEKNİĞİ İLE TAKLİTÇİLİĞİ BIRAKMALIYIZ, BU İŞİ ÖZÜMSEMEK, BU İŞ İÇİNDE ÜRETEBİLMEK, YARATICILIĞIMIZI KONUŞTURABİLMEK İÇİN BUNA MECBURUZ. TEKNOLOJİNİN BU KULLANIM ŞEKLİ HEM MESLEĞİMİZE ZARAR VERİYOR HEM DE ÖĞRENCİLERİMİZE KÖTÜ ÖRNEK OLUYOR. YENİ NESİL ÖĞRENCİSİ, ÖĞRETMENİ İLE ADETA ÜRETİMİ DEĞİL, TÜKETİMİ, VERMEYİ DEĞİL ALMAYI, YANİ TAKLİTÇİLİĞİ ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİYOR. ZİHİNSEL MEŞGALELERDEN UZAK BU KOLAYCILIK VE TEMBELLİK İLE TÜKETİM ÖZENDİRİLEREK, HAZIRA KONMA, ARMUT PİŞ AĞZIMA DÜŞ TEKNİĞİ BİR ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİLEREK, BÖYLELİKLE İTHALATIMIZ İHRACATIMIZIN ÖNÜNE GEÇMİŞ OLUYOR VE CARİ AÇIĞIMIZ HİÇBİR VAKİT KAPANMIYOR.
EĞİTİM ÖĞRETİM İÇİNDE, BİR AN EVVEL, HER BAKIMDAN ZİHİNSELLİĞİ ÖNE ALMALIYIZ. ZİHİNSEL ETKİNLİKLERİ ARTIRMALI VE BEDENSELLİĞİ ZİHİNSEL ETKİNLİĞİN EYLEMLERİ YOLUNDA KULLANMALIYIZ. YOKSA, BEDENSEL HAL VE HAREKETLERİMİZ , ROBOTSAL HAREKETLERDEN ÖTEYE GİTMEZ. BU BAĞLAMDA ŞU SORUYU SORMADAN KENDİMİ ALAMIYORUM:
‘Öğretmenliğin Bedeni Var, Ruhu Nerede?’
BU ROBOTLAŞMA HALİ, KÜLTÜRDE VE SANATTA VE BİLİMDE BİZİ GERİDE BIRAKIYOR, ELİMİZİ KOLUMUZU BAĞLIYOR VE YERİMİZDE SAYDIRIYOR... ONUN İÇİN ÖĞRETMENLİĞE RUH ÜFLEMEK GEREKİR, RUH... EĞİTİM-ÖĞRETİM ORTAMLARINI NORMAL ÖĞRETİM ŞEKLİNE HAZIRLAYACAĞIMIZ GİBİ BU RUHU DA HAZIRLAMALIYIZ 2019’A...
Saygı ile...
Yusuf SEVİNGEN
Anlaşılan odur ki, yargı içerisinde kafa yormaya, bir ifade ya da cümle üretmeye, özgünlük ve yaratıcılık gibi birtakım emek isteyen eylemlere, külfet olduğundan olsa gerek, başvurulmamaktadır. Başvurulmayınca da, kolaycılık baş göstermek de, tembellik hasıl olmakta ve gelişim kat edilememekte, yol alınamamakta ve prosedür gereği yapılmış olan bir işlemden öteye geçilemeyerek, kağıttan dökülenler değerini ve önemini yitirebilmektedir. Sayın BOZDAĞ, bu ifadeleri ile aslında tüm devlet kurumlarındaki iş/işlemlerin ya da eylemlerin, emeksiz, üretimsiz, teknolojik nimetlerden faydalanmayı suistimal edercesine yapıldığına dikkat çekiyor bence. Buradan hareketle okullarımızın ve öğretmenlerimizin iş/işlemlerinde ve eylemlerinde, ne kadar emek-üretim-özgünlük-yaratıcılıktan uzaklaştıklarını, taklite-kes/kopyala/yapıştır teknikleri içerisinde mesleklerini tam manasıyla özümseyemediklerini de ifade etmek durumundayız. Şöyle ki;
Örneğin, bir öğretmen, sene başında ve sene sonunda yapacağı iş/işlemlerin ne kadarını kendisi yapmaktadır? Bir öğretmenin yıllık planları, zümre öğretmenler kurulu toplantıları, şube öğretmenler kurulu toplantıları ve diğer iş/işlemleri ne kadar bilinçlidir, bu iş/işlemlerin ne kadarı öğretmenlerce özümsenmiştir ve en önemlisi ne kadarı özümsenmiş teorinin pratik aktarımı şeklinde eyleme dönüşerek tezahür edebilmektedir? Öncelikle bunları sorgulamalıyız.
Ne yazık ki, öğretmenlerimizin büyük çoğunluğu, bilgisayar çağında olduğumuz için bunun nimetlerinden istifade etmektedir, yalnız bu istifade suistimale açıktır, bu bakımdan öğretmenlerin yaratıcılığını-özgünlüğünü-üretme çabasını ortadan kaldırabilmektedir. Ve öğretmen, bu kurulu mutat düzen içinde, robota dönüşmekte, öğrenciler de öğretmenin bu haliyle olsa gerek onlardan görerek ve onlara ayak uydurarak robotlaşabilmektedir. Bir öğretmen, robot halinde iken, asla ama asla şuurlu ve amaçlı emek sarf edemez, emek ile kastettiğim bilgisayar başına geçerek bir internet sitesinden edinilmiş yıllık planlar ya da toplantı tutanakları üzerinde yapılan düzeltmeler için harcanan zahmet, enerji ya da bedensel hareketler değildir, yani üretemez, yaratıcılığını-özgünlüğünü ortaya koyamaz. Öğrencilerinin ise öğrenim hayatları içindeki ilgi ve yeteneklerini keşif yolculuğunda, kendilerini bulmalarını sağlayamaz, aksine öğrencilerini sınırlandırıp kısıtlayarak onları daracık alanlara hapseder. Böylece, öğrencileri kendilerini keşfedemeden öğrenim hayatlarını tamamlamış olur. Onun için öğrenciler, sosyal-bilişsel gereksinimlerinden ziyade temel ihtiyaçlarını karşılamaya endeksli bir yol haritası çizerler kendilerine. İşte bu dönen öğrenim çarkının endekslenme faturası hem öğrencinin kendisi hem toplum hem de milli eğitim açısından düşünüldüğünde çok ağır olabilmektedir. O zaman çözüm, çocukların dönüp dönüp okudukları çarktan kurtarılması olmalıdır, bunun için ise öğretmen bu ezberin içinden kurtarılmalıdır, öğretmeni-öğrencisi ile yaratıcılığı-özgünlüğü-üretimi özendirici ve bunların yolu açan bir eğitim öğretim düzeni kurulmalıdır. Eğitim öğretim ortamlarında, bu saydığımız nitelikler ortaya konursa verim artar. Yoksa, hasat zamanları şişirme ve göz boyama verimliliği ile idare edilir. Bu da ancak şu anı kandırabilir, gelecekte ise bunun ağır faturası çıktığında gerçekler sert bir biçimde yüzümüze vurulmuş olunur. Şu an göremediğimiz, farkına varamadığımız ya da anlayamadığımız gerçekler, o zaman şok edici bir özellik kazanmış olur.
Sonuç olarak öğretmen, mesleğine eğer ki gerçekten emek vermezse, onu özümseyemez ve ona şuur katamaz. Bu durumda, teknolojiye ve bilgisayara ayak uydurmuş, kendisini ona uyarlamış robotlar çıkar ki karşımıza, işte bu durumda birbirine benzeyen kağıttan öğretmenler oluveririz. Ne mesleğimizi şuurlandırabiliriz ne özümseyebiliriz ne de mesleğimizi geliştirebiliriz. Özellikle geleceğe baktığımızda, içi boşaltılmış, kof olmuş, değerini, önemini ve saygınlığını tümüyle yitirmiş, küçük bedenleri bir mekan ya da alan içinde zaptetmeye çalışan bir görüntü içinde, öğretmenlik mesleği özünden kopar, giderek bozulmaya yüz tutar.
ONUN İÇİN MESLEĞİMİZE, HAZIRLADIĞIMIZ DOKÜMANA ŞUUR YA DA BİLİNÇ KATMALIYIZ, KES-KOPYALA-YAPIŞTIR TEKNİĞİ İLE TAKLİTÇİLİĞİ BIRAKMALIYIZ, BU İŞİ ÖZÜMSEMEK, BU İŞ İÇİNDE ÜRETEBİLMEK, YARATICILIĞIMIZI KONUŞTURABİLMEK İÇİN BUNA MECBURUZ. TEKNOLOJİNİN BU KULLANIM ŞEKLİ HEM MESLEĞİMİZE ZARAR VERİYOR HEM DE ÖĞRENCİLERİMİZE KÖTÜ ÖRNEK OLUYOR. YENİ NESİL ÖĞRENCİSİ, ÖĞRETMENİ İLE ADETA ÜRETİMİ DEĞİL, TÜKETİMİ, VERMEYİ DEĞİL ALMAYI, YANİ TAKLİTÇİLİĞİ ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİYOR. ZİHİNSEL MEŞGALELERDEN UZAK BU KOLAYCILIK VE TEMBELLİK İLE TÜKETİM ÖZENDİRİLEREK, HAZIRA KONMA, ARMUT PİŞ AĞZIMA DÜŞ TEKNİĞİ BİR ALIŞKANLIK HALİNE GETİRİLEREK, BÖYLELİKLE İTHALATIMIZ İHRACATIMIZIN ÖNÜNE GEÇMİŞ OLUYOR VE CARİ AÇIĞIMIZ HİÇBİR VAKİT KAPANMIYOR.
EĞİTİM ÖĞRETİM İÇİNDE, BİR AN EVVEL, HER BAKIMDAN ZİHİNSELLİĞİ ÖNE ALMALIYIZ. ZİHİNSEL ETKİNLİKLERİ ARTIRMALI VE BEDENSELLİĞİ ZİHİNSEL ETKİNLİĞİN EYLEMLERİ YOLUNDA KULLANMALIYIZ. YOKSA, BEDENSEL HAL VE HAREKETLERİMİZ , ROBOTSAL HAREKETLERDEN ÖTEYE GİTMEZ. BU BAĞLAMDA ŞU SORUYU SORMADAN KENDİMİ ALAMIYORUM:
‘Öğretmenliğin Bedeni Var, Ruhu Nerede?’
BU ROBOTLAŞMA HALİ, KÜLTÜRDE VE SANATTA VE BİLİMDE BİZİ GERİDE BIRAKIYOR, ELİMİZİ KOLUMUZU BAĞLIYOR VE YERİMİZDE SAYDIRIYOR... ONUN İÇİN ÖĞRETMENLİĞE RUH ÜFLEMEK GEREKİR, RUH... EĞİTİM-ÖĞRETİM ORTAMLARINI NORMAL ÖĞRETİM ŞEKLİNE HAZIRLAYACAĞIMIZ GİBİ BU RUHU DA HAZIRLAMALIYIZ 2019’A...
Saygı ile...
Yusuf SEVİNGEN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.