Öğretmenin ‘‘Seminer Dönemi Ek Ders’’ Vizyonu
Okulsuz ve sınavsız eğitim misyoneri olarak ek ders vizyonu olmayan, değişimin öncü kadrosunda olacak olan öğretmen arkadaşlarımı bu girizgahta saygıyla selamlıyorum. Sanıyorum ki ilk bakışta bazı arkadaşlarımızı başlık celbetmiş olabilir. Ama bilhassa o arkadaşlarım, tüm ön yargılarından sıyrılarak ve ‘Bizi yargılıyor bu adam!’ hiddetli limanına sığınmadan aşağıya yazacaklarımı yalnızca düşünüp taşınsın ve tartsınlar. Sonra düşünüp kendilerini bir çıkış vizyonuna taşıyacaklar umudundayım. O zaman başlayalım.
Sanıyorum ki muasır sözcüğünü Atatürk’ün aşina olduğumuz o sözü içinde işitmişsinizdir. Nedir vizyon içeren o söz? Şöyle:
‘‘... Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız...’’
Tamam, sözde bir ufuk var, yerinde bir vizyon var.
Ama bu vizyon, hala devlet büyüklerimizin de bugünlerde sıkça tekrarladığı bir vizyon.
100 yıl önce de 100 yıl sonra da vizyonda değişme yok. Öyle ki dünün vizyonu, bugün 2023 vizyonu olarak yine önümüzde duruyor.
Yani anlayacağınız vizyon, adeta yerinde sayıyor. Misyon antrenmanı yapıyor sanki. Tabii misyon da ne misyon devamlı kılıktan kılığa giriyor.
Halbuki bu vizyon, yerini çoktan başka başka vizyonlara bırakması gerekmez miydi?
Elbette öyle ama cumhuriyetimize demokrasi ile şekil kazandırdıktan sonra birbirimizle didişmekten bir türlü buna vakit gelmemiş. Gelenler hep gidenlere karşı vizyon geliştirip devrisabık ile oyalanıp durmuşlar. Çoğu kez eğitim sahası es geçilmiş. Bu sahanın çok fazla üzerinde durulmamış. Öyle ki gözlerden de kalplerden de ırak tutulmuş. Varsa yoksa demokrasiye kendi ideolojik şeklimizi kazandırarak Batı’ya caka satmak için giriştiğimiz didişmeler...
Her neyse bu tarihsel gerçekliği deşmeden biz devam edelim dilerseniz.
M. Kemal, bu vizyonu tabii ki laf olsun torba dolsun diye ortaya koymadı. Öncelikle Osmanlı’nın yeniliğe direnen düzeninin ülkeyi ve ülke insanını ne denli geri bıraktığını ve zihnen nasıl felakete sürüklediğini görmüştür. Ne yazık ki bu kurulu düzen, işleyen çark pek sorgulanmadı Osmanlı’da. Bir kısım etkin ve yetkili insan işe yaramayan, bize bir arpa boyu yol aldırmayan bu kurulu düzenin, işleyen çarkın koruyucusu olur iken Tanzimat’tan sonra da Batı’dan transfer işini Mehmet Rauf’un ‘Eylül’ romanındaki Bihruz Bey karakteri gibi anlayarak ortaya ne idüğü belli olmayan ama işleyen, çalışan bir çark çıkarmıştır. Cumhuriyet bu bağlamda her ne kadar bir yol açtıysa da bir yerden sonra o da Batı’yı laf olsun torba dolsun boyutunda yaşamıştır. Şuna uyum, buna uyum yasalarıyla vizyonu yakalayacağımıza inandırıldık mesela. Fakat her seferinde yolda kaldık. Yerimizde saydık. Nutuklarımızda ise M. Kemal’in ortaya koyduğu bu vizyonu belki de binlerce kez zikrettik. Batı’yı laf olsun torba dolsun kafası ile alırsak olacağı zaten budur. Her dönem de bu kafa ile ilerlediğimizi sandık. Günün sonunda ise gördük ki biz sadece Batı’dan transfer etmişiz ama bilmiyoruz ki sadece transfer ederek asla ileriye gidemeyiz. Batı bize baktığında kendini görsün şekil fiyakasına sahibiz ama öz hak getire... Kendi kendini kandırma mı denir buna acaba? Onu da artık size bırakıyorum.
Bakınız, bir kere vizyon için attığınız her adımda bir bilinç olmalı. Bu bilinç bir yerden sonra muhakkak kültüre dönüşecektir. Kültüre dönüştüğü an vizyon için attığınız her adımın sizi ileriye taşıdığını iliklerinizde hissedeceksinizdir. Lakin bu olay, kurulu düzen insanlarını tasfiye edeceği için onlar bunun önüne sürekli bir biçimde taş koyacaktır. Ya da kafaları bunu anlayamaya yetmeyecektir. Mesela bu bağlamda her fırsatta yıllardır diyoruz ki 20 yıl sonra okul yok.
Öğretmenlerimiz buna karşı çıkıyor. Tabii hepsi değil ama çoğunluğu diyebilirim. Karşı çıkmayanlar da vizyonlarını ortaya koyacak bir alan bulamıyorlar ve bu grubun içinde eriyorlar. Ancak özel hayatlarında vizyonları için kendi çaplarında işlere girişiyorlar. Halbuki bu arkadaşlar şuurlu vizyon kumaşı olan öğretmenlerimiz ama bu arkadaşları değerlendiremiyoruz. Çünkü kurulu eğitim düzeninin savunucuları, tıpkı Osmanlı’daki medrese ulemaları gibi bir mukavemet içindeler. Bu düzen savunucularının ufkuna ya da vizyonuna baktığımızda gördüklerimiz ise çok acı. Neler mi var? Şunlar: ek dersler, maaşlar, tutanaklar, testler, kendi lükslerini iyileştirmek vs. gerisini siz getirin artık. Osmanlı’da da bu hantallığın gölgesinde ve kurulu düzenin konforunda yaşamak bir kısım ulemaya iyi geliyordu. Mesela cumhuriyetin bir hamlesi olan köy enstitüleri de kurulu düzen savunucularının rahatını bozmuştu. Bu bağlamda köy enstitülerine karşı koyan kesimler arasında o sistemin içinde olanlar da vardı aslında. Buna bürokrasi de diyebilirsiniz. Köy enstitüleri tekere çomak sokmaktı onlar nazarında. Teker, ileri götürmüyordu ama onlar bunun farkında değillerdi. Ya da aman götürmezse götürmesin, tekerin döndüğü görünüyor ya diyorlardı. Çünkü kafalarında konforları öncelikli idi. Ya da kendi çoluk çocukları için kurguladıkları vizyonları... Onun içindir ki bu düzen içinde siyasi destekleri olmasına karşın Hasan Ali ile Toguç Baba çok zorlandı, hem de çok... Zaten bu kesimler arkalarından da hiç iyi laf etmediler. Onlara giderayak eski köye yeni adet getirmiş komünist damgasını çoktan vurmuşlardı (!) Her neyse, biz devam edelim.
Değerli öğretmenlerimiz, sizce yukarıdaki görüşlerimde haksız mıyım? Mevcut içindeki bazı öğretmenlerimizin kafaları da böyle değil mi? Bu arkadaşlara şimdi ne anlatalım? İleride okul olmayacak, sınavlar olmayacak, insanın benliğine yolculuk değer kazanacak, kişinin kendi kendinin öğretmeni olmasının önü açılacak desek hemen efendim sen hayal alemindesin diyecekler. Arkadaşım, ben zaten hayal alemindeyim. 2020’de değilim ki... 2040’tayım, 2050’deyim. O zamanlara muasır medeniyetler seviyesinde girelim diye ne yapabiliriz diye naçizane düşünmekteyim. Varsa konforunu bırakıp düşünmek isteyen, yazıp çizmek isteyen, tabii kes-yapıştır yapmadan beri gelsin.
Bu eğitim düzeni, bu okul yapısı, bu öğretmen profili er ya da geç değişecek. Kıymetli arkadaşlarım değişmek istememekte ısrar etseniz de değişmek zorunda olacaksınız. Çünkü çağ bu eğitim düzenini, bu okul yapısını, bu öğretmen profilini kabul etmeyecek. O zamanlar geldiğinde bu değişimi bir bilinçle yapmış olalım diye naçizane yazıp çiziyorum. Yoksa yine haldır haldır, paldır küldür, bangır bangır, Bihruz Bey gibi değişim özentisi ile olursa o zaman işimiz yaş. Yani sil baştan... Eeee, doğal olarak nesiller bu haldır haldır, paldır küldür, bangır bangır aceleciliği içindeki değişimden nasiplerini alamadıkları gibi ne olup bittiğini de anlayamayacaklardır. Tepeden inen geri kalmış her yenilik karşısında araba farına yakalanan tavşan gibi neler oluyor yahu şaşkınlığında seyredeceklerdir sizleri. Bu kuşak öğretmenleri de yani sizler de aslında bu tarz değişimlerin içinden süzülüp gelerek şimdiki halinizi almadınız mı? Aslında hepimiz de suç var.
Değerli öğretmenler, çıkın şu tekdüzelikten, bırakın şu konformizmi...
Ve ufkunuz ek ders, maaş vs. sorularının ötesine geçsin!
Biliyorum sizi kendi darboğazlarına çeken, o engin ufkunuzu okullarda dar eden bir kısım bürokrasi var ama artık değişim zamanı. Ve Ziya SELÇUK da bu bakımdan bir şans ve fırsattır.
Bakınız ben değişitiriyorum kendimi, siz de değişin bence.
Çünkü dünya boyut atlıyor.
YOKSA YARIN ÇOCUKLARIMIZ BOY ÖLÇÜŞEMEZ...
Saygılarımla...
Yusuf SEVİNGEN
Sanıyorum ki muasır sözcüğünü Atatürk’ün aşina olduğumuz o sözü içinde işitmişsinizdir. Nedir vizyon içeren o söz? Şöyle:
‘‘... Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız...’’
Tamam, sözde bir ufuk var, yerinde bir vizyon var.
Ama bu vizyon, hala devlet büyüklerimizin de bugünlerde sıkça tekrarladığı bir vizyon.
100 yıl önce de 100 yıl sonra da vizyonda değişme yok. Öyle ki dünün vizyonu, bugün 2023 vizyonu olarak yine önümüzde duruyor.
Yani anlayacağınız vizyon, adeta yerinde sayıyor. Misyon antrenmanı yapıyor sanki. Tabii misyon da ne misyon devamlı kılıktan kılığa giriyor.
Halbuki bu vizyon, yerini çoktan başka başka vizyonlara bırakması gerekmez miydi?
Elbette öyle ama cumhuriyetimize demokrasi ile şekil kazandırdıktan sonra birbirimizle didişmekten bir türlü buna vakit gelmemiş. Gelenler hep gidenlere karşı vizyon geliştirip devrisabık ile oyalanıp durmuşlar. Çoğu kez eğitim sahası es geçilmiş. Bu sahanın çok fazla üzerinde durulmamış. Öyle ki gözlerden de kalplerden de ırak tutulmuş. Varsa yoksa demokrasiye kendi ideolojik şeklimizi kazandırarak Batı’ya caka satmak için giriştiğimiz didişmeler...
Her neyse bu tarihsel gerçekliği deşmeden biz devam edelim dilerseniz.
M. Kemal, bu vizyonu tabii ki laf olsun torba dolsun diye ortaya koymadı. Öncelikle Osmanlı’nın yeniliğe direnen düzeninin ülkeyi ve ülke insanını ne denli geri bıraktığını ve zihnen nasıl felakete sürüklediğini görmüştür. Ne yazık ki bu kurulu düzen, işleyen çark pek sorgulanmadı Osmanlı’da. Bir kısım etkin ve yetkili insan işe yaramayan, bize bir arpa boyu yol aldırmayan bu kurulu düzenin, işleyen çarkın koruyucusu olur iken Tanzimat’tan sonra da Batı’dan transfer işini Mehmet Rauf’un ‘Eylül’ romanındaki Bihruz Bey karakteri gibi anlayarak ortaya ne idüğü belli olmayan ama işleyen, çalışan bir çark çıkarmıştır. Cumhuriyet bu bağlamda her ne kadar bir yol açtıysa da bir yerden sonra o da Batı’yı laf olsun torba dolsun boyutunda yaşamıştır. Şuna uyum, buna uyum yasalarıyla vizyonu yakalayacağımıza inandırıldık mesela. Fakat her seferinde yolda kaldık. Yerimizde saydık. Nutuklarımızda ise M. Kemal’in ortaya koyduğu bu vizyonu belki de binlerce kez zikrettik. Batı’yı laf olsun torba dolsun kafası ile alırsak olacağı zaten budur. Her dönem de bu kafa ile ilerlediğimizi sandık. Günün sonunda ise gördük ki biz sadece Batı’dan transfer etmişiz ama bilmiyoruz ki sadece transfer ederek asla ileriye gidemeyiz. Batı bize baktığında kendini görsün şekil fiyakasına sahibiz ama öz hak getire... Kendi kendini kandırma mı denir buna acaba? Onu da artık size bırakıyorum.
Bakınız, bir kere vizyon için attığınız her adımda bir bilinç olmalı. Bu bilinç bir yerden sonra muhakkak kültüre dönüşecektir. Kültüre dönüştüğü an vizyon için attığınız her adımın sizi ileriye taşıdığını iliklerinizde hissedeceksinizdir. Lakin bu olay, kurulu düzen insanlarını tasfiye edeceği için onlar bunun önüne sürekli bir biçimde taş koyacaktır. Ya da kafaları bunu anlayamaya yetmeyecektir. Mesela bu bağlamda her fırsatta yıllardır diyoruz ki 20 yıl sonra okul yok.
Öğretmenlerimiz buna karşı çıkıyor. Tabii hepsi değil ama çoğunluğu diyebilirim. Karşı çıkmayanlar da vizyonlarını ortaya koyacak bir alan bulamıyorlar ve bu grubun içinde eriyorlar. Ancak özel hayatlarında vizyonları için kendi çaplarında işlere girişiyorlar. Halbuki bu arkadaşlar şuurlu vizyon kumaşı olan öğretmenlerimiz ama bu arkadaşları değerlendiremiyoruz. Çünkü kurulu eğitim düzeninin savunucuları, tıpkı Osmanlı’daki medrese ulemaları gibi bir mukavemet içindeler. Bu düzen savunucularının ufkuna ya da vizyonuna baktığımızda gördüklerimiz ise çok acı. Neler mi var? Şunlar: ek dersler, maaşlar, tutanaklar, testler, kendi lükslerini iyileştirmek vs. gerisini siz getirin artık. Osmanlı’da da bu hantallığın gölgesinde ve kurulu düzenin konforunda yaşamak bir kısım ulemaya iyi geliyordu. Mesela cumhuriyetin bir hamlesi olan köy enstitüleri de kurulu düzen savunucularının rahatını bozmuştu. Bu bağlamda köy enstitülerine karşı koyan kesimler arasında o sistemin içinde olanlar da vardı aslında. Buna bürokrasi de diyebilirsiniz. Köy enstitüleri tekere çomak sokmaktı onlar nazarında. Teker, ileri götürmüyordu ama onlar bunun farkında değillerdi. Ya da aman götürmezse götürmesin, tekerin döndüğü görünüyor ya diyorlardı. Çünkü kafalarında konforları öncelikli idi. Ya da kendi çoluk çocukları için kurguladıkları vizyonları... Onun içindir ki bu düzen içinde siyasi destekleri olmasına karşın Hasan Ali ile Toguç Baba çok zorlandı, hem de çok... Zaten bu kesimler arkalarından da hiç iyi laf etmediler. Onlara giderayak eski köye yeni adet getirmiş komünist damgasını çoktan vurmuşlardı (!) Her neyse, biz devam edelim.
Değerli öğretmenlerimiz, sizce yukarıdaki görüşlerimde haksız mıyım? Mevcut içindeki bazı öğretmenlerimizin kafaları da böyle değil mi? Bu arkadaşlara şimdi ne anlatalım? İleride okul olmayacak, sınavlar olmayacak, insanın benliğine yolculuk değer kazanacak, kişinin kendi kendinin öğretmeni olmasının önü açılacak desek hemen efendim sen hayal alemindesin diyecekler. Arkadaşım, ben zaten hayal alemindeyim. 2020’de değilim ki... 2040’tayım, 2050’deyim. O zamanlara muasır medeniyetler seviyesinde girelim diye ne yapabiliriz diye naçizane düşünmekteyim. Varsa konforunu bırakıp düşünmek isteyen, yazıp çizmek isteyen, tabii kes-yapıştır yapmadan beri gelsin.
Bu eğitim düzeni, bu okul yapısı, bu öğretmen profili er ya da geç değişecek. Kıymetli arkadaşlarım değişmek istememekte ısrar etseniz de değişmek zorunda olacaksınız. Çünkü çağ bu eğitim düzenini, bu okul yapısını, bu öğretmen profilini kabul etmeyecek. O zamanlar geldiğinde bu değişimi bir bilinçle yapmış olalım diye naçizane yazıp çiziyorum. Yoksa yine haldır haldır, paldır küldür, bangır bangır, Bihruz Bey gibi değişim özentisi ile olursa o zaman işimiz yaş. Yani sil baştan... Eeee, doğal olarak nesiller bu haldır haldır, paldır küldür, bangır bangır aceleciliği içindeki değişimden nasiplerini alamadıkları gibi ne olup bittiğini de anlayamayacaklardır. Tepeden inen geri kalmış her yenilik karşısında araba farına yakalanan tavşan gibi neler oluyor yahu şaşkınlığında seyredeceklerdir sizleri. Bu kuşak öğretmenleri de yani sizler de aslında bu tarz değişimlerin içinden süzülüp gelerek şimdiki halinizi almadınız mı? Aslında hepimiz de suç var.
Değerli öğretmenler, çıkın şu tekdüzelikten, bırakın şu konformizmi...
Ve ufkunuz ek ders, maaş vs. sorularının ötesine geçsin!
Biliyorum sizi kendi darboğazlarına çeken, o engin ufkunuzu okullarda dar eden bir kısım bürokrasi var ama artık değişim zamanı. Ve Ziya SELÇUK da bu bakımdan bir şans ve fırsattır.
Bakınız ben değişitiriyorum kendimi, siz de değişin bence.
Çünkü dünya boyut atlıyor.
YOKSA YARIN ÇOCUKLARIMIZ BOY ÖLÇÜŞEMEZ...
Saygılarımla...
Yusuf SEVİNGEN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.