İfade Özgürlüğü Üzerine
‘Kendisini ifade eder.’ cümlesi bir Türkçe dersi kazanımıdır.
‘İfade özgürlüğü’ sözü ise Anayasal temel bir haktır.
Bu özgürlüğün kullanımı noktasında her dönem mevcut/halihazırdaki durum ve şartlara bağlı olarak 7’den 70’e tereddütlerimiz, korkularımız, koşullanmışlıklarımız, işkillenmelerimiz, güvensizliklerimiz ve çekincelerimiz var.
İlgililerin ve yetkililerin de bu özgürlüğün kullanımı noktasında bazı kırmızı çizgileri mevcut... Dönemin şartlarına göre değişen ve can yakıcı olabilen... Gereksiz yere ölçüsüzlüğü ele alan ve aşırıya gidebilen... İfrat ile tefrit ayarını bir türlü yapamayan... Dengeyi ve adaleti gözetemeyen... İpin ucunu kaçırabilen... Her kesimden insanın nasiplendiği, ağzının yandığı... Eee, söylediği bir sözcükten ya da sözden ağzı ya da kalemi yanan, başka sözleri ya da sözcükleri ÜFLEYEREK söyler ya da yazar...
Her neyse... Nerede kalmıştık? Kırmızı çizgilerde...
O kırmızı çizgiler ki sınır çizgileri gibi...
‘Cısss yanarsın!’ ikazlı sınır çizgileri sanki...
Öyle ki ağzımızdan, kalemimizden dökülecek sözcükler ya da sözler bu sınır çizgilerine karşı her daim tedbiri elden bırakmaz. Valla ne olur ne olmaz diye on adım ötesine dahi sokulmaz... Kendi kendini kısıtlar ya da sınırlar... Olur da ağzımızdan ya da kalemimizden sakıncalı olarak görülen, eleştiri sınırını aşan, hakaret ya da küfür olarak değerlendirilen bir söz ya da sözcük dökülmesin... Yoksa alimallah anında bir yetkili ve ilgili yasal işlem başlatır, bu yasal işlem daha da ileriye taşınabilir, al başına bela... Ondan sonra kendini ‘yanlış anladınız, doğrusu bu şekilde...’ diye ifade etmeye çalışarak didin dur... Valla öyle bir öğrenirsin ki bir sözcüğün ya da sözün başa nasıl bir bela açtığını, sözcükler sonra korkulu rüyan olur ve öyle ki bıçak ile oynarken elini yaralayan çocuk gibi olursun, ağzına ya da kalemine söz ya da sözcük almazsın bir daha, sözcüklerin on adım ötesinden geçersin... O derece yani... İfade özgürlüğünün doğal ya da kendiliğinden kısıtlanması ya da daraltılmasıdır bu... Bir arkadaşım buna ifade özgürlüğünden verilmiş taviz diyor... OTOSANSÜR DE PEŞİ SIRA GELİR ZATEN...
İşte bu andan sonra ağzımızı açamayız.
‘Cısss yanarsın!’ diye uyarılan çocuğun, korkudan-tedirginlikten-tehditten-tehlikeden-güvensizlikten-koşullanmışlıktan-işkillenmeden dolayı sobanın beş-on adım ötesine dahi yanaşamaması gibi...
Çocuğun o sobadan bu ikaz ile uzaklaşması gibi bizler de ifade özgürlüğümüzü adeta yukarıda söylediğimiz üzere farkında bile olmadan adeta spontane/kendiliğinden daraltırız ya da kısıtlarız. VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN HER GEÇEN GÜN UZAKLAŞIRIZ...
Sonra sözcüklerimizi kırparız ya da içimize gömeriz... Başına bir de dikili bir taş koyarız... Öldüğü belli olsun diye... Malum sakıncalı ve tehlikeli ya... İşte o an olur mu kalp üstü örtülü bir mezar!
Ne ağzımızdan çıkacak bir sözcük ne de kalemimizden dökülecek bir cümle kalmıştır artık...
Birilerinin ‘Şşşt!’ ikazı ile susan ve bir daha da konuşmayan ya da konuşmaya çekinen ahali gibi ağzımızı hatta çenemizi kapatmışızdır.
Şimdi soruyorum.
İfade özgürlüğü, ‘Şşşt!’ ya da ‘cıss yanarsın!’ ikazlı çizilen sınırlar karşısında sizce ne kadar kendisini daraltmıştır ya da sınırlandırmıştır?
Daralan ya da sınırlanan ifade özgürlüğünün ağzında ya da kaleminde kaç sözcük ya da söz kalmıştır?
En önemlisi ise bu ahval, şerait, iklim ve psikolojik ortam içinde memleketimin çocukları nasıl kendisini ifade edebilecektir?
Birtakım geleneksel ikazlarla doldurulmuş sınırlar, karşılarına büyük bir duvar gibi dikilmiş iken...
Cevap:
Memleketimin çocukları etliye sütüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan sözcüklerle kendilerini ifade edeceklerdir.
Çocukluktan itibaren sınırlar çizilerek eğitildikleri için de her daim geçmemeleri gereken bir sınırları olacaktır. Hadlerini bileceklerdir yani... Yeri ve zamanı geldiğinde de haddini bilmeyenlere, hadlerini bildireceklerdir... Ve bu çekişmeli, kısasa kısas kısır döngüsü sürüp gidecektir... İnsan, usanmaz mı sizce? İnsan, daralıp bunalmaz mı sizce?
O sınırlar oldukça da DEHALAR asla yetişemeyecektir memleketim topraklarında.
Çocuklarımız, kendi yağlarında kavrulacaktır.
ASLA AMA ASLA KABUKLARINI KIRAMAYACAKLARDIR. ZİNCİRLERİNİ DE...
ZİRA ONLAR KORKU SALINARAK HERKESİN SINIR HİZASINA ÇEKİLDİĞİ DÜZENİN VE ORTAMIN İÇİNDE ÇEKİNGENLİK, GÜVENSİZLİK , İŞKİLLENME VE TEREDDÜT AŞILAYAN BİR PSİKOLOJİYE MAHKUM OLMUŞLARDIR. YANİ BU MAHKUMİYET İÇİNDEDİRLER...
Sonuç olarak diyebilirim ki aslında çocuklarımız için ifade özgürlüğünün sınırsızlığı, ‘kendisini ifade eder.’ kazanımının bir teminatıdır.
Ve sınırların kılıç gibi çekildiği bir ortam, özgür ortam değildir. Sınırlandırılmış, özgür olmayan ortamlarda ise çocuklarımız potansiyelini tam olarak ortaya koyamaz.
Sözcüklere, doğru ya da yanlış diye bakmalıyız.
Sözcüklere, suçlu ya da suçsuz diye bakmamalıyız.
Bakarsak, çocuklarımız sözcüklerden korkacaklar.
VE SUSACAKLARDIR.
UNUTMAYINIZ;
SUSAN İNSAN, SÖZCÜKLERİNİ İÇİNE HAPSEDER.
SÖZCÜKLERİ, ZİNCİRLİDİR.
VE BU TÜR İNSAN ASLA AMA ASLA KENDİSİ OLAMAZ.
VE BU TÜR İNSAN ASLA AMA ASLA ÇIĞIR AÇAMAZ.
VE BU TÜR İNSAN ASLA AMA ASLA DÜZENİN VE ŞARTLARIN MAHKUMİYETİ ALTINDA BÜTÜN İLGİ VE YETENEKLERİNİ KÖRELTEREK ANCAK TAKLİTÇİ (MUKALLİT) OLABİLİR.
O DA ÜLKEMİZE BİR ARPA BOYU YOL ALDIRMAZ.
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN
‘İfade özgürlüğü’ sözü ise Anayasal temel bir haktır.
Bu özgürlüğün kullanımı noktasında her dönem mevcut/halihazırdaki durum ve şartlara bağlı olarak 7’den 70’e tereddütlerimiz, korkularımız, koşullanmışlıklarımız, işkillenmelerimiz, güvensizliklerimiz ve çekincelerimiz var.
İlgililerin ve yetkililerin de bu özgürlüğün kullanımı noktasında bazı kırmızı çizgileri mevcut... Dönemin şartlarına göre değişen ve can yakıcı olabilen... Gereksiz yere ölçüsüzlüğü ele alan ve aşırıya gidebilen... İfrat ile tefrit ayarını bir türlü yapamayan... Dengeyi ve adaleti gözetemeyen... İpin ucunu kaçırabilen... Her kesimden insanın nasiplendiği, ağzının yandığı... Eee, söylediği bir sözcükten ya da sözden ağzı ya da kalemi yanan, başka sözleri ya da sözcükleri ÜFLEYEREK söyler ya da yazar...
Her neyse... Nerede kalmıştık? Kırmızı çizgilerde...
O kırmızı çizgiler ki sınır çizgileri gibi...
‘Cısss yanarsın!’ ikazlı sınır çizgileri sanki...
Öyle ki ağzımızdan, kalemimizden dökülecek sözcükler ya da sözler bu sınır çizgilerine karşı her daim tedbiri elden bırakmaz. Valla ne olur ne olmaz diye on adım ötesine dahi sokulmaz... Kendi kendini kısıtlar ya da sınırlar... Olur da ağzımızdan ya da kalemimizden sakıncalı olarak görülen, eleştiri sınırını aşan, hakaret ya da küfür olarak değerlendirilen bir söz ya da sözcük dökülmesin... Yoksa alimallah anında bir yetkili ve ilgili yasal işlem başlatır, bu yasal işlem daha da ileriye taşınabilir, al başına bela... Ondan sonra kendini ‘yanlış anladınız, doğrusu bu şekilde...’ diye ifade etmeye çalışarak didin dur... Valla öyle bir öğrenirsin ki bir sözcüğün ya da sözün başa nasıl bir bela açtığını, sözcükler sonra korkulu rüyan olur ve öyle ki bıçak ile oynarken elini yaralayan çocuk gibi olursun, ağzına ya da kalemine söz ya da sözcük almazsın bir daha, sözcüklerin on adım ötesinden geçersin... O derece yani... İfade özgürlüğünün doğal ya da kendiliğinden kısıtlanması ya da daraltılmasıdır bu... Bir arkadaşım buna ifade özgürlüğünden verilmiş taviz diyor... OTOSANSÜR DE PEŞİ SIRA GELİR ZATEN...
İşte bu andan sonra ağzımızı açamayız.
‘Cısss yanarsın!’ diye uyarılan çocuğun, korkudan-tedirginlikten-tehditten-tehlikeden-güvensizlikten-koşullanmışlıktan-işkillenmeden dolayı sobanın beş-on adım ötesine dahi yanaşamaması gibi...
Çocuğun o sobadan bu ikaz ile uzaklaşması gibi bizler de ifade özgürlüğümüzü adeta yukarıda söylediğimiz üzere farkında bile olmadan adeta spontane/kendiliğinden daraltırız ya da kısıtlarız. VE İFADE ÖZGÜRLÜĞÜNDEN HER GEÇEN GÜN UZAKLAŞIRIZ...
Sonra sözcüklerimizi kırparız ya da içimize gömeriz... Başına bir de dikili bir taş koyarız... Öldüğü belli olsun diye... Malum sakıncalı ve tehlikeli ya... İşte o an olur mu kalp üstü örtülü bir mezar!
Ne ağzımızdan çıkacak bir sözcük ne de kalemimizden dökülecek bir cümle kalmıştır artık...
Birilerinin ‘Şşşt!’ ikazı ile susan ve bir daha da konuşmayan ya da konuşmaya çekinen ahali gibi ağzımızı hatta çenemizi kapatmışızdır.
Şimdi soruyorum.
İfade özgürlüğü, ‘Şşşt!’ ya da ‘cıss yanarsın!’ ikazlı çizilen sınırlar karşısında sizce ne kadar kendisini daraltmıştır ya da sınırlandırmıştır?
Daralan ya da sınırlanan ifade özgürlüğünün ağzında ya da kaleminde kaç sözcük ya da söz kalmıştır?
En önemlisi ise bu ahval, şerait, iklim ve psikolojik ortam içinde memleketimin çocukları nasıl kendisini ifade edebilecektir?
Birtakım geleneksel ikazlarla doldurulmuş sınırlar, karşılarına büyük bir duvar gibi dikilmiş iken...
Cevap:
Memleketimin çocukları etliye sütüye karışmayan, suya sabuna dokunmayan sözcüklerle kendilerini ifade edeceklerdir.
Çocukluktan itibaren sınırlar çizilerek eğitildikleri için de her daim geçmemeleri gereken bir sınırları olacaktır. Hadlerini bileceklerdir yani... Yeri ve zamanı geldiğinde de haddini bilmeyenlere, hadlerini bildireceklerdir... Ve bu çekişmeli, kısasa kısas kısır döngüsü sürüp gidecektir... İnsan, usanmaz mı sizce? İnsan, daralıp bunalmaz mı sizce?
O sınırlar oldukça da DEHALAR asla yetişemeyecektir memleketim topraklarında.
Çocuklarımız, kendi yağlarında kavrulacaktır.
ASLA AMA ASLA KABUKLARINI KIRAMAYACAKLARDIR. ZİNCİRLERİNİ DE...
ZİRA ONLAR KORKU SALINARAK HERKESİN SINIR HİZASINA ÇEKİLDİĞİ DÜZENİN VE ORTAMIN İÇİNDE ÇEKİNGENLİK, GÜVENSİZLİK , İŞKİLLENME VE TEREDDÜT AŞILAYAN BİR PSİKOLOJİYE MAHKUM OLMUŞLARDIR. YANİ BU MAHKUMİYET İÇİNDEDİRLER...
Sonuç olarak diyebilirim ki aslında çocuklarımız için ifade özgürlüğünün sınırsızlığı, ‘kendisini ifade eder.’ kazanımının bir teminatıdır.
Ve sınırların kılıç gibi çekildiği bir ortam, özgür ortam değildir. Sınırlandırılmış, özgür olmayan ortamlarda ise çocuklarımız potansiyelini tam olarak ortaya koyamaz.
Sözcüklere, doğru ya da yanlış diye bakmalıyız.
Sözcüklere, suçlu ya da suçsuz diye bakmamalıyız.
Bakarsak, çocuklarımız sözcüklerden korkacaklar.
VE SUSACAKLARDIR.
UNUTMAYINIZ;
SUSAN İNSAN, SÖZCÜKLERİNİ İÇİNE HAPSEDER.
SÖZCÜKLERİ, ZİNCİRLİDİR.
VE BU TÜR İNSAN ASLA AMA ASLA KENDİSİ OLAMAZ.
VE BU TÜR İNSAN ASLA AMA ASLA ÇIĞIR AÇAMAZ.
VE BU TÜR İNSAN ASLA AMA ASLA DÜZENİN VE ŞARTLARIN MAHKUMİYETİ ALTINDA BÜTÜN İLGİ VE YETENEKLERİNİ KÖRELTEREK ANCAK TAKLİTÇİ (MUKALLİT) OLABİLİR.
O DA ÜLKEMİZE BİR ARPA BOYU YOL ALDIRMAZ.
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.