Yusuf Sevingen

Yusuf Sevingen

Gönlü Kırık Bir Eğitim Ordusu

Gönlü Kırık Bir Eğitim Ordusu

Ülkemizde öğretmenler (atanan ya da atanmayan olarak) hep hedef tahtasında.
Bu nedenle gelen hedef alıyor giden hedef alıyor şu sözlerle:
’’Nişan al, hedef öğretmen!’’
Ve öğretmen adeta günah keçisisi sayılıp şamar oğlanı yapılıyor.
Hedef ve günah keçisi olunca da saldıran saldırana tabi...
Bazen hedefteki atanan bazen de atanmayan öğretmen oluyor. Yalnız hedef tahtasındaki öğretmen hangi durumda bulunursa bulunsun yöneltilen ağır salvolarla öyle yaralanıyor öyle inciniyor öyle kırılıyor ki... Gerçekten bunun üzerinde hisli düşünmek gerekiyor.
Ama gelin görün ki öğretmeni (atanan ya da atanmayan) hisseden ya da düşünen pek yok gibi.
Bunlardan dolayıdır ki her fırsatta ‘Gönül Ordusu’ diye övdüğümüz ya da güzellediğimiz öğretmenin gönlü kırıldıkça kırılıyor. Öyle ki kanadı kırık bir kuş misali uçmaya çalışıyor. Bu haliyle uçabildiği bildiği kadar uçabiliyor işte.
Bu nedenledir ki atanan ya da atanmayan (bu orduyu bir bütün olarak görmemiz gerektiği için ayırmıyorum) öğretmen topluluğu için söylenen ‘Gönül Ordusu’ tanımlaması, her ne kadar dilden ya da kalemden böyle dökülüyor olsa da fiiliyatta ‘Gönlü Kırık Ordu’ olarak karşımıza çıkıyor. Ama olaya doğru yerden bakarak bununla bir türlü yüzleşemiyoruz.
Ve biliyoruz ki çoğu kişi hala bu gönül kırıklığını anlamış ya da hissetmiş değil.
Anlamayı ya da hissetmeyi bırakınız, atanan ya da atanmayan öğretmenin duygularını ve düşüncelerini, sarf ettikleri sözcüklerle adeta bir sakız gibi çiğniyorlar.
Hem de eze eze hem de üstüne basa basa hem de öğretmenin duygularıyla ve düşünceleriyle oynayarak... Öyle ki bu duygular üzerinde at koşturuyorlar, sanki duygu değil oyuncak gibi davranılarak...
Zannediliyor ki atanmayan/sözleşmeli/veli-öğrenci-yönetici ablukası altında performası değerlendirilecek olan öğretmenin içinde bulunduğu durum bir LUNAPARK oyunu... Hiç de öyle değil aslında. Ama konumu ne olursa olsun öğretmene ve sorunlarına/sıkıntılarına/dertlerine dönük devamlı ısıtılarak geliştirilen basit ve önemsiz algının ve bakışın bir sonucu bu durum.
Son olarak ise atanmayan öğretmenlere dönük ezici, kırıcı, yaralayıcı, küçük düşürücü sözcükler, Yeni Şafak gazetesi yazarı Cemile BAYRAKTAR’dan geldi.
Bayraktar, ne yazık ki attığı tivit ile sözcüklerini atanmayan öğretmenlerin kırık gönlüne yollamış, o gönlü daha da kırmış, diyor ki:
’’Seçime birkaç ay kaldı ama atama bekleyen öğretmenler hâlâ başımızın etini yemek için twit atmaya başlamadı, endişeliyim.’’
Elbette bu kırıklar, yaralar bu sözcüklerle daha da açılıyor.
Sayın BAYRAKTAR!
Dokunsanız ağlayacak durumda olan atanmayan öğretmenlere bir anne şefkati ile yaklaşmanızı beklemiyoruz ama bir anne olarak kendinizi onların anneleri yerine koyabilirsiniz.
Bu bağlamda Sayın Bayraktar’a sormak lazım, atanmayan öğretmen bir kızınız ya da oğlunuz olsa ona da bu sözleri sarf eder miydiniz?
Bazen bir insan, bir anne duyarlılığı göstermek lazım diye düşünüyorum.
Ve düşünsel olarak empati yapmak lazım her zaman zira öyle bir hayat ki bu hayat gün gelir Tanrı sizin önünüze yapmadığınız empatiyi yapmanız için fiili bir durum çıkarır.
Ayrıca şunları da ifade etmeliyim:
Atanmayan öğretmenler sizi dert ortağı görüp dertlerini/sorunlarını/sıkıntılarını/çıkmazlarını/açmazlarını sizinle paylaşmışlar. Yani size açılmışlar. Sizden bulundukları durum için destek ve dayanışma istemişler. Dinimizde de dayanışma (salat) engin ve geniş bir ibadet şekli değil midir?
Kusura bakmayın Sayın Bayraktar, atanmayan öğretmenler bundan sonra sizin başınızın etini yemezler, sizin başınızı ağrıtmazlar, sizin başınıza üşüşmezler, sizin başınıza yük olmazlar.
Bundan emin olabilirsiniz.
Onlar artık başlarının çaresine bakarlar.
Zaten bu sıralar herkes onları başından atıyor, onlara başka başka kapılar gösteriyor. Bu durum adeta bir eğilim oldu. Ama can yakıyor.
Size tavsiyem şudur:
Başınızı biraz kaldırıp gerçeklerle yüzleşiniz. O gerçeklerin içindeki hislere bakınız. Hislerin gözlerindeki çaresizlik, yalnızlık size çok şey hissettirebilir ve düşündürebilir. Ve biliniz ki bu sorunu bu çocuklar yaratmadı.
Pekala siz şunu biliyor musunuz? Daha birkaç ay önce atanmayan iki öğretmenin, birisi intihar ederek diğeri iş kazasında, hayatlarının baharında hayata gözlerini yumduklarını... Onun için can alıcı bir sorun diyoruz. Can alıcı bir sorunun çözümü için kafa yormak gerekmez mi? Bu sorunu yaratanlara karşı mağdur olan tarafta yer alarak sorunun çözümü yolunda onlarla bir destekleme ve dayanışma eylemi içinde bulunmak daha doğru, duyarlı ve vicdani bir davranış olmaz mı?
Sizden bu konuda bir dayanışma ya da destek beklemiyoruz artık, lütfen, atanmayan öğretmenlerin duygularına ve düşüncelerine tepeden bakmayın, bu bize yeter! Üstenci tutum takınmayın yani.
Hal böyle iken;
Öğretmen, atananı ya da atanmayanı ile birlikte hedef tahtasında iken sendikalarımızın okullarda yaptığı ‘Öğretmenime Dokunma!’ kokartlı eylemi ne kadar etkili oluyor ve ses getiriyor sizce? Kamuoyu oluşturma gücüne sahip mi mesela? Kamuoyunda bir farkındalık yaratabiliyor mu mesela?
Atananı ya da atanmayanı ile birlikte öğretmen; bıçaklanıyor, tekmeleniyor, kurşunlara maruz kalıyor, boğazlanıyor, kırılıyor, bunaltılıyor, aşağılanıyor, eziliyor, küçümseniyor, yaralanıyor...
YANİ ÖĞRETMENİN ATANANI VE ATANMAYANI İLE ÇEKTİKLERİ BİTMEK BİLMİYOR.
VE HER SEFERİNDE ‘GÖNLÜ KIRIK ORDU’ olarak karşımıza çıkıyor ÖĞRETMEN.
Atananı, atanmayanı ile...
Ve asla unutmayınız gönlünü kırdığınız atanmayan öğretmenin bir gün atanan öğretmen olarak karşınıza çıkacağını...
Onun için bu olaya bir bütün bakmalıyız...
ATANAN YA DA ATANMAYAN ÖĞRETMENLERLE DAYANIŞMA İÇİNDE OLMALIYIZ... ONLARI BİRAZCIK HİSSETMELİ VE ANLAMALIYIZ.
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yusuf Sevingen Arşivi
SON YAZILAR