Evde Kalan Bir Öğrencinin Ütopyası
Öğrencimizin derin ve engin ütopyasını sizlere sunmayı tarihsel bir mesuliyet addederek aşağıya kendi ağzından aktarıyorum:
‘‘Merhaba. Ben, bir ilimize bağlı bir ilçemizde 5.sınıf öğrencisiyim. Şu an okulda değiliz bildiğiniz üzere. Evde, EBA TV ve canlı derslerle idare ediyoruz işte. Kısa tanışmadan sonra gelelim konumuza: Eğitim sistemi.
Ben, okul zamanlarında her dönem sonunda takdir belgesi alan bir öğrenciyim. Kesinlikle bunu bir başarı olarak görmüyorum. Benim için başarı başka bir anlam ifade ediyor. Başka bir duygu da tabii... Takdir, teşekkür ya da herhangi bir belgeyle başarı olmaz. Okulda bir belge, iş yerinde bir belge vs. bunları asla başarı saymıyorum. Pekala başarı nedir o zaman? Açıklayayım:
Başarı, gerçekten haz aldığın bir konuda gurur duyabileceğin işler çıkarabilmendir. Çıkarabildiğin bu işler işte başarıdır ve elbette onu hissedebilmelisin de... Otomat elektronik belgelerle başarı hissi oluşmaz. Kim oluşuyor diyorsa o kişi gerçeği söylemiyordur. Çünkü bu belgeler resmiyette gerçek görünse de bizler nazarında sahtedir.
Ve bilinmelidir ki başarı, gerçekten iyi olduğun konularda meydana gelir. Puanlama sistemi esasıyla eline tutuşturulan karnede gördüğün alanlarda değil. Karneler öğrencilerin gerçek yüzünü, gerçek ilgi ve yetenek alanlarını göstermeyen kağıt parçalarıdır. Karneler, rutinin birer parçalarıdır aslında. Ve asla öğrencinin ta kendisi yoktur bunlarda. Mesela matematikte yüksek puanın var ama başarı hazzını asla alamamışsın. Pekala bu başarı hazzının yaşanacağı sistem nasıl kurulabilir? Anlatayım:
1- Bir kere öğrenci rahat olmalı. Özgürlüğü iliklerine kadar yaşayabilmeli. Puanlama sistemi yerine şu an öğretmen dediğimiz kişilerin geri dönütleri, bizleri yönlendirici ve teşvik edici duygu ve düşünceleri olmalı. Sözlü ya da yazılı... Fark etmez. Dileyen, alır; dileyen, almaz. Çünkü kişiyi en iyi kendisi bilir. Bir kere bu bizi rahatlatacak. Başarı puana indirilmemiş olacak. Böylelikle başarının hazzını yaşayabileceğimiz yollar açılacak belki de... Öğretmen dediğimiz kişilerin teşvik ve yönlendirici sözlerine örnek verecek olursak: ‘Yazlarını resim yaparak geçirmelisin, şu konu üzerinde kendini sürekli denemelisin vs...’
2- Okul ortamıyla asla sınırlı tutulmamalıyız. Bu bağlamda kendi kendimize yetebileceğimiz alanlar açılmalıdır. Hem okul diyebileceğimiz ortamlarda hem de okul ortamları dışında... Mesela öğretmenlerin olmadığı bir okul ortamı düşününüz. Bu okul donanımlı, atölyelere ayrılmış, herkes ilgi-yeteneği doğrultusunda istediği atölyeye girip kendini deniyor hem de devamlı... Kimse başında bekleyerek ona sopa ya da çikolata göstermiyor. Rahatlığın ve özgürlüğün tadını çıkarıyorsun adeta. Buralar 24 saat açık yerler, robotların hizmet verdiği alanlar ve öğrencinin her vakit başvuru kaynakları... Öğrencinin kendi kendine yetemediği zamanlarda destek aldıkları mekanlar. Öyle düşünelim... Şimdikinin kütüphanelerine benzetebiliriz kısmen. Bence öğrencinin başında sopa gibi bekleyen birçok unsurun olmamasından ötürü öğrenci kalben ve zihnen alıcıları daha açık hale gelecektir.
3- 5 defa, 10 defa yazma cezalarıyla elektronik cihazlara yazı yazan bizler okul ortamlarında tatmin olmuyoruz, olmayacağız. Eninde sonunda bizim dediğimize gelecek herkes. İnşallah iş işten geçmez. Çünkü okul sopalarıyla (mecazi) içimizde tuttuğumuz cevherler arafta kalıyor, en sonunda da yok olup gidiyor. Bilesiniz... Bizim istediğimiz, önümüzü ve yolumuzu açmanızdır sonrasını biz getiririz zaten. Yoksa ölü canlar oluyoruz. Sırada oturan ama kımıldayamayan, sırada oturan ama konuşamayan, sırada oturan ama suspus işte... Bize gölge edilmesin yeter...
4- Popülerlik; puanlama ve sınav sistemlerinin dümen suyundan giderek uçmuş öğrencilerde değil, kendini yaşayarak hep denemiş hep denemiş en sonunda da kendini yaşayabilmiş mutlu öğrencilerde olmalı. Mesela Martı Jonathan Lıvıngston gibi... Yani en sonunda kendim olabildiğime inanmalıyım ve o hazzı duyabilmeliyim.
5- Biz hayata mama olarak baktık yıllarca sonra bu hayat, memat oldu. Bu memat içinde kasılıyoruz, boğuluyoruz. Her gün kendimizden bir şeyleri vermek zorunda kalıyoruz. Biz, hayat memat içinde asla kendimiz olamayacağız. Gerçek bir BEN’i, sahte bir BEN’e artık tercih ediyoruz. Ne pahasına olursa olsun...
Şunu söyleyerek bitirmek istiyorum:
BEN, BU DÜNYADA KENDİM OLMAYI ÖĞRENECEĞİM.’’
Evde kalanların dünyası böyle işte ey öğretmen kardeşlerim!
Öyle ya da böyle buna evrim mi dersiniz, devrim mi dersiniz bu kaçınılmazdır.
Siz, hala bilindik konularda mısınız?
Siz, hala plak gibi döndürüp durduğunuz bahislerde misiniz?
Valla benim kanaatim, okullar açılınca bu öğrencileri zor tutarız.
Bu bağlamda aklıma şu deyim düştü:
MAYMUN GÖZÜNÜ AÇTI.
EVRİM DE BÖYLE BAŞLAMAMIŞ MIYDI?
Saygılarımla...
Yusuf SEVİNGEN
‘‘Merhaba. Ben, bir ilimize bağlı bir ilçemizde 5.sınıf öğrencisiyim. Şu an okulda değiliz bildiğiniz üzere. Evde, EBA TV ve canlı derslerle idare ediyoruz işte. Kısa tanışmadan sonra gelelim konumuza: Eğitim sistemi.
Ben, okul zamanlarında her dönem sonunda takdir belgesi alan bir öğrenciyim. Kesinlikle bunu bir başarı olarak görmüyorum. Benim için başarı başka bir anlam ifade ediyor. Başka bir duygu da tabii... Takdir, teşekkür ya da herhangi bir belgeyle başarı olmaz. Okulda bir belge, iş yerinde bir belge vs. bunları asla başarı saymıyorum. Pekala başarı nedir o zaman? Açıklayayım:
Başarı, gerçekten haz aldığın bir konuda gurur duyabileceğin işler çıkarabilmendir. Çıkarabildiğin bu işler işte başarıdır ve elbette onu hissedebilmelisin de... Otomat elektronik belgelerle başarı hissi oluşmaz. Kim oluşuyor diyorsa o kişi gerçeği söylemiyordur. Çünkü bu belgeler resmiyette gerçek görünse de bizler nazarında sahtedir.
Ve bilinmelidir ki başarı, gerçekten iyi olduğun konularda meydana gelir. Puanlama sistemi esasıyla eline tutuşturulan karnede gördüğün alanlarda değil. Karneler öğrencilerin gerçek yüzünü, gerçek ilgi ve yetenek alanlarını göstermeyen kağıt parçalarıdır. Karneler, rutinin birer parçalarıdır aslında. Ve asla öğrencinin ta kendisi yoktur bunlarda. Mesela matematikte yüksek puanın var ama başarı hazzını asla alamamışsın. Pekala bu başarı hazzının yaşanacağı sistem nasıl kurulabilir? Anlatayım:
1- Bir kere öğrenci rahat olmalı. Özgürlüğü iliklerine kadar yaşayabilmeli. Puanlama sistemi yerine şu an öğretmen dediğimiz kişilerin geri dönütleri, bizleri yönlendirici ve teşvik edici duygu ve düşünceleri olmalı. Sözlü ya da yazılı... Fark etmez. Dileyen, alır; dileyen, almaz. Çünkü kişiyi en iyi kendisi bilir. Bir kere bu bizi rahatlatacak. Başarı puana indirilmemiş olacak. Böylelikle başarının hazzını yaşayabileceğimiz yollar açılacak belki de... Öğretmen dediğimiz kişilerin teşvik ve yönlendirici sözlerine örnek verecek olursak: ‘Yazlarını resim yaparak geçirmelisin, şu konu üzerinde kendini sürekli denemelisin vs...’
2- Okul ortamıyla asla sınırlı tutulmamalıyız. Bu bağlamda kendi kendimize yetebileceğimiz alanlar açılmalıdır. Hem okul diyebileceğimiz ortamlarda hem de okul ortamları dışında... Mesela öğretmenlerin olmadığı bir okul ortamı düşününüz. Bu okul donanımlı, atölyelere ayrılmış, herkes ilgi-yeteneği doğrultusunda istediği atölyeye girip kendini deniyor hem de devamlı... Kimse başında bekleyerek ona sopa ya da çikolata göstermiyor. Rahatlığın ve özgürlüğün tadını çıkarıyorsun adeta. Buralar 24 saat açık yerler, robotların hizmet verdiği alanlar ve öğrencinin her vakit başvuru kaynakları... Öğrencinin kendi kendine yetemediği zamanlarda destek aldıkları mekanlar. Öyle düşünelim... Şimdikinin kütüphanelerine benzetebiliriz kısmen. Bence öğrencinin başında sopa gibi bekleyen birçok unsurun olmamasından ötürü öğrenci kalben ve zihnen alıcıları daha açık hale gelecektir.
3- 5 defa, 10 defa yazma cezalarıyla elektronik cihazlara yazı yazan bizler okul ortamlarında tatmin olmuyoruz, olmayacağız. Eninde sonunda bizim dediğimize gelecek herkes. İnşallah iş işten geçmez. Çünkü okul sopalarıyla (mecazi) içimizde tuttuğumuz cevherler arafta kalıyor, en sonunda da yok olup gidiyor. Bilesiniz... Bizim istediğimiz, önümüzü ve yolumuzu açmanızdır sonrasını biz getiririz zaten. Yoksa ölü canlar oluyoruz. Sırada oturan ama kımıldayamayan, sırada oturan ama konuşamayan, sırada oturan ama suspus işte... Bize gölge edilmesin yeter...
4- Popülerlik; puanlama ve sınav sistemlerinin dümen suyundan giderek uçmuş öğrencilerde değil, kendini yaşayarak hep denemiş hep denemiş en sonunda da kendini yaşayabilmiş mutlu öğrencilerde olmalı. Mesela Martı Jonathan Lıvıngston gibi... Yani en sonunda kendim olabildiğime inanmalıyım ve o hazzı duyabilmeliyim.
5- Biz hayata mama olarak baktık yıllarca sonra bu hayat, memat oldu. Bu memat içinde kasılıyoruz, boğuluyoruz. Her gün kendimizden bir şeyleri vermek zorunda kalıyoruz. Biz, hayat memat içinde asla kendimiz olamayacağız. Gerçek bir BEN’i, sahte bir BEN’e artık tercih ediyoruz. Ne pahasına olursa olsun...
Şunu söyleyerek bitirmek istiyorum:
BEN, BU DÜNYADA KENDİM OLMAYI ÖĞRENECEĞİM.’’
Evde kalanların dünyası böyle işte ey öğretmen kardeşlerim!
Öyle ya da böyle buna evrim mi dersiniz, devrim mi dersiniz bu kaçınılmazdır.
Siz, hala bilindik konularda mısınız?
Siz, hala plak gibi döndürüp durduğunuz bahislerde misiniz?
Valla benim kanaatim, okullar açılınca bu öğrencileri zor tutarız.
Bu bağlamda aklıma şu deyim düştü:
MAYMUN GÖZÜNÜ AÇTI.
EVRİM DE BÖYLE BAŞLAMAMIŞ MIYDI?
Saygılarımla...
Yusuf SEVİNGEN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.