Düşünce için Yarın Çok Geç Olabilir!
‘Herkes, düşünce ve kanaatlerini söz, yazı,resim veya başka yollarla tek başına veya toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahiptir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi olmaksızın haber veya fikir almak ya da vermek serbestliğini de kapsar.’
Yukarıda tırnak içine aldığım ifadeler anayasamızın 26.maddesinden nakledilmektedir.
Anayasanın bu maddesi her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşına düşünce ve ifade özgürlüğü tanıyor. Sizler ne kadar ‘Ben, senin düşüncelerini tanımıyorum!’ diyerek atarlansanız da efelenseniz de dayılansanız da anayasa yurttaşların fikirlerini normlar hiyerarşisinin en tepesinde pozisyon alarak güvence altına almıştır. Hayat içinde düşüncelerimizin ne kadar güvende olduğu ise tartışılabilir. Çünkü deneyimlerimiz, düşüncelerimizin anayasanın verdiği güvenceye karşı bir güvensizlik içinde olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
Pekala anayasa nedir? Bir arada yaşayan insanlar arasında yapılmış bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyi referandum yolu ile onaylayan kimler? Bizleriz yani bir arada yaşamaya sözleşmiş ya da ant içmiş insanlar. Pekala bu sözleşme hükümlerine ne kadar bağlıyız? Bakınız, İngiltere anayasa olmadan geçmişten gelen değerlerine ve içtihatlarına bağlı kalarak bir arada yaşayanların ülkesi. Demek ki İngiltere’de söz buhar olup uçmuyor. İnsanlar bir arada yaşayabilme kültürünü, hoşgörü, iyi niyet ve güven duyguları ile besliyor. Zaten böyle duygularınız gelişmemişse ya da farklı olanların bir arada yaşayabilmesine olanak tanıyan bir kültüre sahip değilseniz o zaman anayasanın feriştahını da getirseniz olmaz, olmaz, olmaz. Çünkü kötü niyet, güvensizlik, tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük, nefret, intikam gibi duygular düşüncelerinizi abluka altına alır ve sürekli sizin gibi olmayanlara karşı sizi doldurur. Bu kötü duyguların dolduruşuna gelerek sizin gibi düşünmeyenlere karşı hep kötü gözle bakar hep çirkin bir ağız ile konuşursunuz.
Ne yazık ki Türkiye’de devrisabık denilen bir gelenek, insanları bu anlattığımız kısır döngüye ve darboğaza mahkum ediyor adeta. Kim ki iktidar gücünü elinde bulunduruyor hemencecik başlıyor kendi gibi düşünmeyenlere karşı korku salmaya. Kendi gibi düşünmeyenlerin düşüncelerini soruşturmaya, yargılamaya, suçlamaya ve hukuki hüküm verip infaz etmeye. Okuduklarını, yazdıklarını, eleştirilerini vs... Sanki bu gelenek anayasanın değişmez hükmü gibi. Gelen, gidene hep rahmet okutuyor. Ve bir türlü bu gelenekten vazgeçilmiyor. Belli aralıklarla kaz çevriliyor, bir taraf yanıyor bir taraf yanmıyor. Sonra yine çevriliyor, bu sefer keser dönüyor sap dönüyor gün geliyor hesap dönüyor, yanan taraf yanmıyor, yanmayan taraf yanıyor. Böyle devam edip gidiyor. Çevir kazı yanmasın hesabı ve ayağı ile... En sonunda anlat babam anlat kazın ayağı öyle değil diye.
İşin en tuhaf yanı ise kendi gibi düşünenenlerin en uçlarına gösterilen hoşgörünün ve tahammülün zerresi, kendi gibi düşünmeyenlerin en ucunu ya da katısını bıraktım, en ılımlı olanına dahi gösterilmiyor. Bu durum adalet duygusunu bir sarkaca bağlıyor. Ve bu iyi olmayan hal her kesimin adalet duygusunda yaralar açıyor. Hem de iyileştirilmesi güç, ağır yaralar...
Adalet denilen değer, bir o yanda bir bu yanda görülmez ya da bir o yanda bir bu yanda hissedilmez. Adalet, dengedir ve ölçüdür. Themis ‘in elindeki gibi. Ve adalet, sarkaca bağlanarak da benzetilerek de tesis edilmez. Adalet, bir ölçü ve denge içinde engin ve düzdür. Adalet, herkes için vardır. Adalet, herkes için geçerlidir. Ne yazık ki adaleti bile kendi anlayışımıza, bakışımıza ya da hesabımıza benzetme ideailini güdüyoruz. En sonunda da olan sonraki nesillere oluyor. Çünkü bizden sonrakiler kurduğumuz adalet sistemi içinde ya mağdur ya da mazlum oluyor. Mağdur ve mazlum olanların kimlikleri değişebilir. Ama değişmeyen bu sistemin açtığı yaralar. O zaman adalet güvenliği insanların can güvenliği kadar önemlidir. Vicdan, merhamet gibi duygular can güvenliğimizi sağlamaya aday ise birbirimizin fikirlerine karşı hoşgörümüz ve tahammülümüz de adalet güvenliğini sağlamaya namzettir. O zaman gelin en uç fikirleri dahi yukarıdaki anayasa maddesi kapsamına alalım. Çünkü bugün yazdıklarınız bugün suç olmayabilir ama yarın suç olabilir. Her tür düşünce için yalnızca bugünü değil, yarını da güvence ve garanti altına almalıyız. Düşünceyi dokunulmaz kılmalıyız. Yoksa düşünce için yarın geç olabilir. Sonra dizlerimizi döveriz. Zira adaletimiz bir sarkaç gibi. Bir o yana bir bu yana malum. Ve böyle sürüp giderse devrisabık nasıl sonlanacak? Osmanlı da bile sonlanmadığı gerçeği ile yüzleşmek lazım. Bari bizler, cumhuriyet çocukları olarak bunu sonlandıralım. Yoksa bu halimiz, devamlı kin ve intikam duyguları üzerinde cirit atıyor ve onlarla oynuyor.
Ağızdan çıkan kalemden dökülenler en uçlarda olsa dahi suç saymayalım, yargılamayalım. Zira bunun sonu yok. Ve bunun bir ölçüsü de yok. Zamanın koşulları bunu devamlı değiştirebilir. Sizce bizim gibi düşünenlerin en uçlarına gösterdiğimiz hoşgörü ve tahammülü bizim gibi düşünmeyen kimseler, bir T.C. yurttaşı olarak hak etmiyor mu? Ağızdan çıkanlar, kalemden dökülenler kötü ya da çirkin olarak değerlendirilsin ama yargılanmasın ve suç sayılmasın. Yoksa ülkemizde soruşturulmayan, yargılanmayan ve suçlanmayan düşünce kalmayacak. O zaman biz gelecek nesillere asla ama asla düşünmeye yöneltemeyeceğiz. Düşünce, düşüncelere sınır konmazsa ve düşünceler soruşturulup yargılanmazsa çığır açar, çağı yakalar ya da bir çağı kapatıp bir çağı açar. Yoksa halimiz harap.
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN
Yukarıda tırnak içine aldığım ifadeler anayasamızın 26.maddesinden nakledilmektedir.
Anayasanın bu maddesi her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşına düşünce ve ifade özgürlüğü tanıyor. Sizler ne kadar ‘Ben, senin düşüncelerini tanımıyorum!’ diyerek atarlansanız da efelenseniz de dayılansanız da anayasa yurttaşların fikirlerini normlar hiyerarşisinin en tepesinde pozisyon alarak güvence altına almıştır. Hayat içinde düşüncelerimizin ne kadar güvende olduğu ise tartışılabilir. Çünkü deneyimlerimiz, düşüncelerimizin anayasanın verdiği güvenceye karşı bir güvensizlik içinde olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
Pekala anayasa nedir? Bir arada yaşayan insanlar arasında yapılmış bir sözleşmedir. Bu sözleşmeyi referandum yolu ile onaylayan kimler? Bizleriz yani bir arada yaşamaya sözleşmiş ya da ant içmiş insanlar. Pekala bu sözleşme hükümlerine ne kadar bağlıyız? Bakınız, İngiltere anayasa olmadan geçmişten gelen değerlerine ve içtihatlarına bağlı kalarak bir arada yaşayanların ülkesi. Demek ki İngiltere’de söz buhar olup uçmuyor. İnsanlar bir arada yaşayabilme kültürünü, hoşgörü, iyi niyet ve güven duyguları ile besliyor. Zaten böyle duygularınız gelişmemişse ya da farklı olanların bir arada yaşayabilmesine olanak tanıyan bir kültüre sahip değilseniz o zaman anayasanın feriştahını da getirseniz olmaz, olmaz, olmaz. Çünkü kötü niyet, güvensizlik, tahammülsüzlük, hoşgörüsüzlük, nefret, intikam gibi duygular düşüncelerinizi abluka altına alır ve sürekli sizin gibi olmayanlara karşı sizi doldurur. Bu kötü duyguların dolduruşuna gelerek sizin gibi düşünmeyenlere karşı hep kötü gözle bakar hep çirkin bir ağız ile konuşursunuz.
Ne yazık ki Türkiye’de devrisabık denilen bir gelenek, insanları bu anlattığımız kısır döngüye ve darboğaza mahkum ediyor adeta. Kim ki iktidar gücünü elinde bulunduruyor hemencecik başlıyor kendi gibi düşünmeyenlere karşı korku salmaya. Kendi gibi düşünmeyenlerin düşüncelerini soruşturmaya, yargılamaya, suçlamaya ve hukuki hüküm verip infaz etmeye. Okuduklarını, yazdıklarını, eleştirilerini vs... Sanki bu gelenek anayasanın değişmez hükmü gibi. Gelen, gidene hep rahmet okutuyor. Ve bir türlü bu gelenekten vazgeçilmiyor. Belli aralıklarla kaz çevriliyor, bir taraf yanıyor bir taraf yanmıyor. Sonra yine çevriliyor, bu sefer keser dönüyor sap dönüyor gün geliyor hesap dönüyor, yanan taraf yanmıyor, yanmayan taraf yanıyor. Böyle devam edip gidiyor. Çevir kazı yanmasın hesabı ve ayağı ile... En sonunda anlat babam anlat kazın ayağı öyle değil diye.
İşin en tuhaf yanı ise kendi gibi düşünenenlerin en uçlarına gösterilen hoşgörünün ve tahammülün zerresi, kendi gibi düşünmeyenlerin en ucunu ya da katısını bıraktım, en ılımlı olanına dahi gösterilmiyor. Bu durum adalet duygusunu bir sarkaca bağlıyor. Ve bu iyi olmayan hal her kesimin adalet duygusunda yaralar açıyor. Hem de iyileştirilmesi güç, ağır yaralar...
Adalet denilen değer, bir o yanda bir bu yanda görülmez ya da bir o yanda bir bu yanda hissedilmez. Adalet, dengedir ve ölçüdür. Themis ‘in elindeki gibi. Ve adalet, sarkaca bağlanarak da benzetilerek de tesis edilmez. Adalet, bir ölçü ve denge içinde engin ve düzdür. Adalet, herkes için vardır. Adalet, herkes için geçerlidir. Ne yazık ki adaleti bile kendi anlayışımıza, bakışımıza ya da hesabımıza benzetme ideailini güdüyoruz. En sonunda da olan sonraki nesillere oluyor. Çünkü bizden sonrakiler kurduğumuz adalet sistemi içinde ya mağdur ya da mazlum oluyor. Mağdur ve mazlum olanların kimlikleri değişebilir. Ama değişmeyen bu sistemin açtığı yaralar. O zaman adalet güvenliği insanların can güvenliği kadar önemlidir. Vicdan, merhamet gibi duygular can güvenliğimizi sağlamaya aday ise birbirimizin fikirlerine karşı hoşgörümüz ve tahammülümüz de adalet güvenliğini sağlamaya namzettir. O zaman gelin en uç fikirleri dahi yukarıdaki anayasa maddesi kapsamına alalım. Çünkü bugün yazdıklarınız bugün suç olmayabilir ama yarın suç olabilir. Her tür düşünce için yalnızca bugünü değil, yarını da güvence ve garanti altına almalıyız. Düşünceyi dokunulmaz kılmalıyız. Yoksa düşünce için yarın geç olabilir. Sonra dizlerimizi döveriz. Zira adaletimiz bir sarkaç gibi. Bir o yana bir bu yana malum. Ve böyle sürüp giderse devrisabık nasıl sonlanacak? Osmanlı da bile sonlanmadığı gerçeği ile yüzleşmek lazım. Bari bizler, cumhuriyet çocukları olarak bunu sonlandıralım. Yoksa bu halimiz, devamlı kin ve intikam duyguları üzerinde cirit atıyor ve onlarla oynuyor.
Ağızdan çıkan kalemden dökülenler en uçlarda olsa dahi suç saymayalım, yargılamayalım. Zira bunun sonu yok. Ve bunun bir ölçüsü de yok. Zamanın koşulları bunu devamlı değiştirebilir. Sizce bizim gibi düşünenlerin en uçlarına gösterdiğimiz hoşgörü ve tahammülü bizim gibi düşünmeyen kimseler, bir T.C. yurttaşı olarak hak etmiyor mu? Ağızdan çıkanlar, kalemden dökülenler kötü ya da çirkin olarak değerlendirilsin ama yargılanmasın ve suç sayılmasın. Yoksa ülkemizde soruşturulmayan, yargılanmayan ve suçlanmayan düşünce kalmayacak. O zaman biz gelecek nesillere asla ama asla düşünmeye yöneltemeyeceğiz. Düşünce, düşüncelere sınır konmazsa ve düşünceler soruşturulup yargılanmazsa çığır açar, çağı yakalar ya da bir çağı kapatıp bir çağı açar. Yoksa halimiz harap.
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.