Dünü Bugünden; Bugünü Yarından Ayıramazsınız
16 Nisan 2017 günü, Türkiye siyasi tarihinde, tarihsel öneme sahip ve kritik bir dönemece giriliyor. Halkımız, TBMM’den geçmiş olan Anayasa’nın değişen 18 maddesi için kurulacak sandıklarda tercihini sunacak. Ve değişen 18 madde, ya ‘evet’ oy çoğunluğu ile kabul görecek, ya da ‘hayır’ oy çoğunluğu ile reddedilecek. Elbette, çıkan her iki sonuç da, halk iradesinin bir yansıması olacak ve meşruiyeti asla tartışılmayacak. Her aşamasında, halkın dolaylı ya da doğrudan katılım sağladığı Anayasa değişikliğinin kabulü/reddi ile ilgili süreç, milli iradenin mecliste vekilleri aracılığıyla sandıkta ise bizzat kendi elleriyle kullanacağı oylarla kendisini gösterdiği demokrasi şöleninden yanızca bir kesit olacaktır. Kesit diyoruz, çünkü demokrasi asla ama asla salt mecliste ya da sandıkta varlığı olan bir yönetimsel tarz değildir. Mekansal olarak bir yere hapsedilmeden ya da bir zaman aralığına esir düşürülmeden demokrasiyi, Cumhuriyet ile birlikte yaşatmak zorundayız. Bu, hem yurttaş sorumluluğunun bir gereğidir hem de atalarımızdan kalan miraslara karşı boynumuzun borcudur.
Cumhuriyet’i, demokrasiyi salt mecliste ya da sandıkta koruyamayız, halka açılmadığı sürece bu iki yönetimsel değer, inanınız, hiçbir anlama ve öneme haiz olmayacak. Halk nezdinde soyut kalacak, anlaşılmaz olacak, kıymeti bilinmeyecek ve birtakım kötü niyetli kişilerin ellerinde yıpratılacak ve çarçur edilecek. Bu bağlamda, diyebiliriz ki, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın demokrasiyi nasıl harcadığı ortadadır. Lakin, 15 Temmuz’da gördük ki, demokrasi meydanlarda ve tankların önünde ilk kez bu kadar somutlaşmış, ete kemiğe bürünerek canlanmıştır. Demokrasiyi, bu kadar capcanlı ve bu kadar şuurlu bir şekilde görmek, demek ki, bu güne nasipmiş. Bu bakımdan, demokrasinin halka açıldığının bir kanıtıdır 15 Temmuz aslında.
Tarihimizde; ne 1876’daki 1.meşrutiyetin ilanı, ne 1908 Temmuz’undaki 2.meşrutiyetin ilanı, ne de Cumhuriyet’e ve demokrasiye geçiş süreçlerinde halka açılma tam manasıyla gerçekleştirilmiştir. Ama bu süreçlerin de, bu konularda ham olan halkı olgunlaştırdığı ve gelişimimize katkı sağladığı kabul edilmelidir. Düşününüz ki, halk, 1800 yılların sonunda ilan edilen meşrutiyeti ve Osmanlı’nın ilk Anayasa’sı olan Kanun-i Esasi’nin ne anlam içerdiğini bilmemekte ve hürriyet-vatan gibi sözcüklere çok yabancı kalmakta idi, öyle ki meşrutiyet halk nazarında alınıp satılan bir şeymiş gibi görülüyor ve anlaşılıyordu. İşte, öyle bir düşün dünyası içinden, böyle bir düşün dünyasına gelindi. Elbette, yollar katetildi, birtakım siyasi hesaplarla yolların tıkandığı zamanlar da oldu, olmadı değil, ama toplum asla gelişimden vazgeçmedi, bu doğanın bir kanunu gibi aslında. İnsan Dünya’ya ayak bastığı ilk andan bu ana kadar gelişim içinde evriliyor, bunu geciktirebilen faktörler çıkabilir insanlığın karşısına, lakin insanlık asla bu gelişimden kopamaz ve daima zamanın ruhundan esinlenerek önünde sonunda gelişim rayında ilerlermeye ve yol almaya devam eder. Olgunlaşma ise, belli bir zaman dilimini içine alır, o zaman dilimi içinde acemiliğin-toyluğun verdiği yanlışlar olabilir elbette, ama tutup bugünleri yaratan o zamanlardaki önemli tarihlere düşmanca ve at gözlüğü ile yalnızca bir noktadan bakarak saldırırsak o zaman yanılgıya düşebiliriz. Tarihlere bir yönlü bakış bizi dar bir kalıba mahkum eder, bu dar kalıp içinde doğru tarihsel okumalar yapamayız. Ben, tarihe hep şu mantıkta ve anlayışta bakmışımdır, bugünü düne, yarını bugüne borçluyuz. Dünün tarihleri, acı izler bıraksa da, bugünün bir parça güzelliklerinde, o acı izlerin güzel kokuları bulunmaktadır. Unutmayınız, dün, bugün için, bugün de yarın için bedel öder. Tarihimizden, bu bakımdan düşünüldüğünde, farklılıkları olan herkesin bir katkısı ve yararı bulunup çıkarılabilinecektir. Onun için tarihleri birbirinden ayırmak ve koparmak evvelden beridir, bana çok yersiz, acımasız ve haksızlık yapılıyormuş gibi gelir. Bu durum şuna benziyor, birçok denemeden sonra Edison ampulü keşfetmiş, en sonunda da denemelerini inkar etmiş, halbuki böyle olmamıştır, hatta tam aksi yönde olmuştur, Edison denemelerini inkar etmek yerine yaptığı keşif üzerinde denemelerinin önemli bir rol oynadığına dikkat çekmiş, onlara şükran borcu olduğunu ifade etmiştir. Bu bağlamda, tarih yapanları da ‘bu, iyi’ , ‘şu, kötü’ diye ayırmak, kötünün iyiye katkısını görmemektir. Örneğin, Yeniçeri Ocağı kaldırılmasaydı, 2. Mahmut Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in ilanına öncülük eden askerlerin yetiştiği modern askeri okulları açamayacaktı. Tarihsel okumanın daha kötüsü, kötüden hiç ibret alınmamasıdır ve tarihin sürekli kendini tekrarlamasıdır. Her gelenin kendi iyi Dünya’sını yaratması, gideni kötülemesi ve her gidenin de onu kötülemesi gibi... Bu kısır döngü içinde tarihimiz, kendisini sürekli yeniliyor... Bir türlü ampulün keşfi gerçekleşmiyor, çünkü birbirimizin denemelerinden dersler çıkaramıyoruz... Aslında, farklı olduğumuzu sanıyoruz; ama tıpkı basım gibiyiz... Zaten, hal ve vaziyet böyle olunca, M. Akif Ersoy dayanamıyor, bir vatanperver yurttaş-şair-aydın sorumluluğu içinde, bu soruna parmak basıyor ve şiirinde bu yakınmasını şöyle ifade ediyor:
KISSADAN HİSSE
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Bilmeliyiz ki, Tanzimat’ın meşrutiyet ile, meşrutiyetin cumhuriyet ile, cumhuriyetin ise demokrasi ile kavuşumu ve birbirleriyle aralarındaki bayrak teslimi, toplumu da belli ölçülerde yenilemiştir, devlet yönetimini de tabi, geçişlerde iğne ağrıları, dozu, şiddeti ve ölçüsü kaçmış acılar , sızılar, sızlanmalar ve kıvranmalar illaki olmuştur. Bu bakımdan, örnekleyerek düşünmek gerekirse, hasta adama iğne yapılırken bazı hemşireler çok can yakar, bazıları acıyı çok az hissettirir, bazıları da ellerinden kollarından tutturarak zapturapt altına alıp iğne acısıyla birlikte fiziki şiddete varacak derecede acıyı kor gibi alevlendirir. Ben, tarihime, insanlığın gelişim sürecine katkısı ölçüsünde değer biçerim. Ama bu değer biçme, yanlışları ve hataları görmeme engel olamaz. Demokrasinin pervasızca ve fütursuzca harcandığı ve çarçur edildiği tarihleri, eğrisi doğrusu ile bir yerlere oturtmak gerekir. Çünkü eğrisi, doğrunun keşfine yol açmıştır, doğrusu da daha ilerisine... Onun için ilericiliğin ölçütü, içinde bulunulan tarihsel koşullar ve eğriler ve doğrular ile doğrudan ilişkilidir.
Dünün ilerisi, bugünden bakılınca geri görülebilir, ama bugünün ilerisine katkısı gözden kaçmamalıdır. 15 Temmuz’da tankların önüne çıkanlar, gövdesini koyanlar, demokrasinin nefesini hissettirenler, ilericiliğin somut birer örnekleri ve sembolleri olmuşlardır. Demokrasinin canlı kanlı ve ete kemiğe bürünmüş halidir bu işte. Ve paha biçilmez bir değeri vardır. Tıpkı, Cumhuriyet’in kuruluş sürecindeki gibi. Cumhuriyet’i çıplak ayaklarıyla, ayaklarında çarıklarıyla kuranların torunları demokrasiyi son nefesleri ile canlandırmışlardır. Bu nedenle, 15 Temmuz’da halka açıldığı canlı kanlı ve ete kemiğe bürünmüş bir şekilde görülmüş olan demokrasiyi, referandum sürecinde ‘evet’ ve ‘hayır’ ile eşit koşullarda halka açmalıyız. Çünkü, bu halk, inanınız, bunu 15 Temmuz’daki demokrat hali ile çoktan hak etmiştir. Ana sütü gibi helaldir ona demokrasi, demokrasiyi tüm çıplaklığıyla, özgürlüğüyle ve eşit yurttaş şuuru ile yaşaması da tabi.
Ve demokrasi, dediğimiz üzere 15 Temmuz’da kazanılmış bir haktır. Tam kayberdilirken anlaşılmıştır değeri ve halk yurttaş sorumluluğu ile sokaklarda tankların önünde işgalcilere karşı kafa tutarak demokrasiyi yaşatmak için son nefesini vermiştir. Ömer HALİSDEMİRler son nefesini demokrasi yaşasın diye ona armağan etmiştir. O zaman, ‘evet’ ile ‘hayır’ ile demokrasiyi kıskaca alacak ve boğacak eylemlerden uzak durmalıyız. Demokrasiye can katan Ömer HALİSDEMİRlerin son nefesleri hatırına demokrasiyi nefessiz bırakabilecek gerginlikler, kızgınlıklar, düşmanlıklar ve birbirimizin alanlarını daraltarak özgürlüklerin önüne geçme misillemelerini yaratmamalıyız. Ve herkese demokrasinin nimetlerinden yararlanma imkanı ve fırsatı sunmalıyız. O zaman ne mutlu demokrasimize. Yoksa, demokrasi nefessiz kaldığı an, dış müdahale ile ayar yapacak hainler devşirilip 15 Temmuz gibi yollara tevessül ettirilir. Demokrasi için referandum sandığına giderken, 15 Temmuz şehitlerinin son nefesi ile canlanan demokrasimize, daha çok nefes ve daha çok ses katmalıyız. Cumhuriyet ve demokrasi değerleri temelinde birbirimizle bütünleşebilmeliyiz. Farklılıklarımızdan ve renkliliğimizden ancak demokrasi harcı ile birlikte yaşayabileceğimiz güzel ve mutlu bir yuva inşa edebiliriz.
Ayrıca, demokrasi, yönetim tarzı haricinde, insanlar için bir yaşam biçimini alırsa, o zaman tamama erebilir. Yoksa, sandıkta ve mecliste bir anlık kendisini gösterip geriye çekilen bir hal alır ki, bu hal demokrasinin bence en kötü halidir. Zaten, bu en kötü halden dolayı, Türkiye’de askeri darbeler yapılmıştır. Halk, demokrasiyi sandık dışı alanlarda hiç doğru dürüst teneffüs ettirememiştir, işte bundan dolayıdır ki tarihimizde asker halkı ensesinde hissetmemiştir hiçbir vakit, kendisinin tepesi atınca tepelenen bir yığın olarak görmüştür halk kitlelerini, ilk kez 15 Temmuz’da halk demokrasinin soluğunu-nefesini askerin ensesinde hissettirerek kendisini göstermiştir. Bence, demokrasimiz için bu çok önemli bir eşiktir ve geçilmiştir. Halk, bir yol göstermiştir siyasilerimize, çok ‘ileri!’ bir yol, ufukta beliren bir yol, onun için tarihi ileri götürmeliyiz, orasından burasından çekiştirip geriye götürmenin anlamı olmadığı gibi yararı da yoktur, 15 Temmuz ileri hamle yapanlara bir katkı-destek sağlayarak onların önlerini açacaktır. Yoksa, bu saatten sonra tarih geriyi kaldırmaz. Evrimsel düzlemdeki gelişim, doğanın kanunları buna izin vermez. Unutulmamalıdır ki, daha önceki zamanlarda, Cumhuriyet, demokrasi ile içselleştirilmemiştir, aksine demokrasi iç edilmiştir. Bu iç etme hali ile halkın tepesinden periyodik olarak postallar hiç eksik olmamıştır. Bırakalım, halkımız özgür cüz-i iradesi ile devamlı demokrasiye nefes ve ses katsın.
‘EVET’ de diyebilsin, ‘HAYIR’ da diyebilsin...
Ne ‘EVET’ derken, ne de ‘HAYIR’ derken çekinebilsin...
VE HER ÖZGÜR YURTTAŞ, ‘EVET’ E DE, ‘HAYIR’ A DA KAPISINI RAHATÇA AÇABİLSİN... DEMOKRASİNİN NEFESİNİ VE SESİNİ HİSSEDEBİLSİN... 15 TEMMUZ’DA, KISSADAN HİSSE ALINMIŞ OLUNAN DEMOKRASİDEN, HİSSEMİZE DÜŞENİ DE BÖYLELİKLE ALMIŞ OLALIM...
YOKSA, KISTIRMA HAMLELERİ VE KISKANÇLIK DUYGULARI İLE DEMOKRASİMİZE BİR MECLİS KAPISI, BİR DE SANDIK AĞZI AÇIKTIR. O ZAMAN, DEMOKRASİMİZ SANDIK AĞZI KADAR BİR ÖZGÜRLÜĞE SAHİP OLUR Kİ, UFACIK O ÖZGÜRLÜK ALANI DIŞINDA DEMOKRASİ İÇİN ELİNİ KIMILDATMAYAN BİR TOPLULUK YARATILIR, BÖYLECE DEMOKRASİNİN TEPESİNE ÇIKANLARA ALAN BIRAKILMIŞ OLUNUR.
AMA BİLİYORUZ Kİ, DEMOKRASİ YİNE BİR YOLUNU BULUR VE GELİŞİMİNE DEVAM EDER. AMA GECİKMELİ TABİ. DEMOKRASİYE RAHAT BİR NEFES ALDIRALIM, YARINLAR, BUGÜNDEN DOĞSUN Kİ, HER BUGÜN DE, YARINA HASRET DUYMAYALIM...
ARTIK, DEMOKRASİDEN CÜZ-İ İRADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN AŞIRILMASINA İZİN VERMEYELİM... DEMOKRASİYİ, ÖZGÜRLÜKLERLE HALKA AÇALIM... İNANINIZ, O ZAMAN, 15 TEMMUZ’DAKİ GİBİ GÜVENE VE CESARETE SAHİP OLACAKTIR MİLLİ İRADEDE BÜTÜNLEŞEN CÜZ-İ İRADELER...
Saygı ile...
Yusuf SEVİNGEN
KamuAjans.com - Özel Haber
Cumhuriyet’i, demokrasiyi salt mecliste ya da sandıkta koruyamayız, halka açılmadığı sürece bu iki yönetimsel değer, inanınız, hiçbir anlama ve öneme haiz olmayacak. Halk nezdinde soyut kalacak, anlaşılmaz olacak, kıymeti bilinmeyecek ve birtakım kötü niyetli kişilerin ellerinde yıpratılacak ve çarçur edilecek. Bu bağlamda, diyebiliriz ki, 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün, 28 Şubat’ın demokrasiyi nasıl harcadığı ortadadır. Lakin, 15 Temmuz’da gördük ki, demokrasi meydanlarda ve tankların önünde ilk kez bu kadar somutlaşmış, ete kemiğe bürünerek canlanmıştır. Demokrasiyi, bu kadar capcanlı ve bu kadar şuurlu bir şekilde görmek, demek ki, bu güne nasipmiş. Bu bakımdan, demokrasinin halka açıldığının bir kanıtıdır 15 Temmuz aslında.
Tarihimizde; ne 1876’daki 1.meşrutiyetin ilanı, ne 1908 Temmuz’undaki 2.meşrutiyetin ilanı, ne de Cumhuriyet’e ve demokrasiye geçiş süreçlerinde halka açılma tam manasıyla gerçekleştirilmiştir. Ama bu süreçlerin de, bu konularda ham olan halkı olgunlaştırdığı ve gelişimimize katkı sağladığı kabul edilmelidir. Düşününüz ki, halk, 1800 yılların sonunda ilan edilen meşrutiyeti ve Osmanlı’nın ilk Anayasa’sı olan Kanun-i Esasi’nin ne anlam içerdiğini bilmemekte ve hürriyet-vatan gibi sözcüklere çok yabancı kalmakta idi, öyle ki meşrutiyet halk nazarında alınıp satılan bir şeymiş gibi görülüyor ve anlaşılıyordu. İşte, öyle bir düşün dünyası içinden, böyle bir düşün dünyasına gelindi. Elbette, yollar katetildi, birtakım siyasi hesaplarla yolların tıkandığı zamanlar da oldu, olmadı değil, ama toplum asla gelişimden vazgeçmedi, bu doğanın bir kanunu gibi aslında. İnsan Dünya’ya ayak bastığı ilk andan bu ana kadar gelişim içinde evriliyor, bunu geciktirebilen faktörler çıkabilir insanlığın karşısına, lakin insanlık asla bu gelişimden kopamaz ve daima zamanın ruhundan esinlenerek önünde sonunda gelişim rayında ilerlermeye ve yol almaya devam eder. Olgunlaşma ise, belli bir zaman dilimini içine alır, o zaman dilimi içinde acemiliğin-toyluğun verdiği yanlışlar olabilir elbette, ama tutup bugünleri yaratan o zamanlardaki önemli tarihlere düşmanca ve at gözlüğü ile yalnızca bir noktadan bakarak saldırırsak o zaman yanılgıya düşebiliriz. Tarihlere bir yönlü bakış bizi dar bir kalıba mahkum eder, bu dar kalıp içinde doğru tarihsel okumalar yapamayız. Ben, tarihe hep şu mantıkta ve anlayışta bakmışımdır, bugünü düne, yarını bugüne borçluyuz. Dünün tarihleri, acı izler bıraksa da, bugünün bir parça güzelliklerinde, o acı izlerin güzel kokuları bulunmaktadır. Unutmayınız, dün, bugün için, bugün de yarın için bedel öder. Tarihimizden, bu bakımdan düşünüldüğünde, farklılıkları olan herkesin bir katkısı ve yararı bulunup çıkarılabilinecektir. Onun için tarihleri birbirinden ayırmak ve koparmak evvelden beridir, bana çok yersiz, acımasız ve haksızlık yapılıyormuş gibi gelir. Bu durum şuna benziyor, birçok denemeden sonra Edison ampulü keşfetmiş, en sonunda da denemelerini inkar etmiş, halbuki böyle olmamıştır, hatta tam aksi yönde olmuştur, Edison denemelerini inkar etmek yerine yaptığı keşif üzerinde denemelerinin önemli bir rol oynadığına dikkat çekmiş, onlara şükran borcu olduğunu ifade etmiştir. Bu bağlamda, tarih yapanları da ‘bu, iyi’ , ‘şu, kötü’ diye ayırmak, kötünün iyiye katkısını görmemektir. Örneğin, Yeniçeri Ocağı kaldırılmasaydı, 2. Mahmut Meşrutiyet’in ve Cumhuriyet’in ilanına öncülük eden askerlerin yetiştiği modern askeri okulları açamayacaktı. Tarihsel okumanın daha kötüsü, kötüden hiç ibret alınmamasıdır ve tarihin sürekli kendini tekrarlamasıdır. Her gelenin kendi iyi Dünya’sını yaratması, gideni kötülemesi ve her gidenin de onu kötülemesi gibi... Bu kısır döngü içinde tarihimiz, kendisini sürekli yeniliyor... Bir türlü ampulün keşfi gerçekleşmiyor, çünkü birbirimizin denemelerinden dersler çıkaramıyoruz... Aslında, farklı olduğumuzu sanıyoruz; ama tıpkı basım gibiyiz... Zaten, hal ve vaziyet böyle olunca, M. Akif Ersoy dayanamıyor, bir vatanperver yurttaş-şair-aydın sorumluluğu içinde, bu soruna parmak basıyor ve şiirinde bu yakınmasını şöyle ifade ediyor:
KISSADAN HİSSE
Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey!
Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi?
"Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar;
Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?
Bilmeliyiz ki, Tanzimat’ın meşrutiyet ile, meşrutiyetin cumhuriyet ile, cumhuriyetin ise demokrasi ile kavuşumu ve birbirleriyle aralarındaki bayrak teslimi, toplumu da belli ölçülerde yenilemiştir, devlet yönetimini de tabi, geçişlerde iğne ağrıları, dozu, şiddeti ve ölçüsü kaçmış acılar , sızılar, sızlanmalar ve kıvranmalar illaki olmuştur. Bu bakımdan, örnekleyerek düşünmek gerekirse, hasta adama iğne yapılırken bazı hemşireler çok can yakar, bazıları acıyı çok az hissettirir, bazıları da ellerinden kollarından tutturarak zapturapt altına alıp iğne acısıyla birlikte fiziki şiddete varacak derecede acıyı kor gibi alevlendirir. Ben, tarihime, insanlığın gelişim sürecine katkısı ölçüsünde değer biçerim. Ama bu değer biçme, yanlışları ve hataları görmeme engel olamaz. Demokrasinin pervasızca ve fütursuzca harcandığı ve çarçur edildiği tarihleri, eğrisi doğrusu ile bir yerlere oturtmak gerekir. Çünkü eğrisi, doğrunun keşfine yol açmıştır, doğrusu da daha ilerisine... Onun için ilericiliğin ölçütü, içinde bulunulan tarihsel koşullar ve eğriler ve doğrular ile doğrudan ilişkilidir.
Dünün ilerisi, bugünden bakılınca geri görülebilir, ama bugünün ilerisine katkısı gözden kaçmamalıdır. 15 Temmuz’da tankların önüne çıkanlar, gövdesini koyanlar, demokrasinin nefesini hissettirenler, ilericiliğin somut birer örnekleri ve sembolleri olmuşlardır. Demokrasinin canlı kanlı ve ete kemiğe bürünmüş halidir bu işte. Ve paha biçilmez bir değeri vardır. Tıpkı, Cumhuriyet’in kuruluş sürecindeki gibi. Cumhuriyet’i çıplak ayaklarıyla, ayaklarında çarıklarıyla kuranların torunları demokrasiyi son nefesleri ile canlandırmışlardır. Bu nedenle, 15 Temmuz’da halka açıldığı canlı kanlı ve ete kemiğe bürünmüş bir şekilde görülmüş olan demokrasiyi, referandum sürecinde ‘evet’ ve ‘hayır’ ile eşit koşullarda halka açmalıyız. Çünkü, bu halk, inanınız, bunu 15 Temmuz’daki demokrat hali ile çoktan hak etmiştir. Ana sütü gibi helaldir ona demokrasi, demokrasiyi tüm çıplaklığıyla, özgürlüğüyle ve eşit yurttaş şuuru ile yaşaması da tabi.
Ve demokrasi, dediğimiz üzere 15 Temmuz’da kazanılmış bir haktır. Tam kayberdilirken anlaşılmıştır değeri ve halk yurttaş sorumluluğu ile sokaklarda tankların önünde işgalcilere karşı kafa tutarak demokrasiyi yaşatmak için son nefesini vermiştir. Ömer HALİSDEMİRler son nefesini demokrasi yaşasın diye ona armağan etmiştir. O zaman, ‘evet’ ile ‘hayır’ ile demokrasiyi kıskaca alacak ve boğacak eylemlerden uzak durmalıyız. Demokrasiye can katan Ömer HALİSDEMİRlerin son nefesleri hatırına demokrasiyi nefessiz bırakabilecek gerginlikler, kızgınlıklar, düşmanlıklar ve birbirimizin alanlarını daraltarak özgürlüklerin önüne geçme misillemelerini yaratmamalıyız. Ve herkese demokrasinin nimetlerinden yararlanma imkanı ve fırsatı sunmalıyız. O zaman ne mutlu demokrasimize. Yoksa, demokrasi nefessiz kaldığı an, dış müdahale ile ayar yapacak hainler devşirilip 15 Temmuz gibi yollara tevessül ettirilir. Demokrasi için referandum sandığına giderken, 15 Temmuz şehitlerinin son nefesi ile canlanan demokrasimize, daha çok nefes ve daha çok ses katmalıyız. Cumhuriyet ve demokrasi değerleri temelinde birbirimizle bütünleşebilmeliyiz. Farklılıklarımızdan ve renkliliğimizden ancak demokrasi harcı ile birlikte yaşayabileceğimiz güzel ve mutlu bir yuva inşa edebiliriz.
Ayrıca, demokrasi, yönetim tarzı haricinde, insanlar için bir yaşam biçimini alırsa, o zaman tamama erebilir. Yoksa, sandıkta ve mecliste bir anlık kendisini gösterip geriye çekilen bir hal alır ki, bu hal demokrasinin bence en kötü halidir. Zaten, bu en kötü halden dolayı, Türkiye’de askeri darbeler yapılmıştır. Halk, demokrasiyi sandık dışı alanlarda hiç doğru dürüst teneffüs ettirememiştir, işte bundan dolayıdır ki tarihimizde asker halkı ensesinde hissetmemiştir hiçbir vakit, kendisinin tepesi atınca tepelenen bir yığın olarak görmüştür halk kitlelerini, ilk kez 15 Temmuz’da halk demokrasinin soluğunu-nefesini askerin ensesinde hissettirerek kendisini göstermiştir. Bence, demokrasimiz için bu çok önemli bir eşiktir ve geçilmiştir. Halk, bir yol göstermiştir siyasilerimize, çok ‘ileri!’ bir yol, ufukta beliren bir yol, onun için tarihi ileri götürmeliyiz, orasından burasından çekiştirip geriye götürmenin anlamı olmadığı gibi yararı da yoktur, 15 Temmuz ileri hamle yapanlara bir katkı-destek sağlayarak onların önlerini açacaktır. Yoksa, bu saatten sonra tarih geriyi kaldırmaz. Evrimsel düzlemdeki gelişim, doğanın kanunları buna izin vermez. Unutulmamalıdır ki, daha önceki zamanlarda, Cumhuriyet, demokrasi ile içselleştirilmemiştir, aksine demokrasi iç edilmiştir. Bu iç etme hali ile halkın tepesinden periyodik olarak postallar hiç eksik olmamıştır. Bırakalım, halkımız özgür cüz-i iradesi ile devamlı demokrasiye nefes ve ses katsın.
‘EVET’ de diyebilsin, ‘HAYIR’ da diyebilsin...
Ne ‘EVET’ derken, ne de ‘HAYIR’ derken çekinebilsin...
VE HER ÖZGÜR YURTTAŞ, ‘EVET’ E DE, ‘HAYIR’ A DA KAPISINI RAHATÇA AÇABİLSİN... DEMOKRASİNİN NEFESİNİ VE SESİNİ HİSSEDEBİLSİN... 15 TEMMUZ’DA, KISSADAN HİSSE ALINMIŞ OLUNAN DEMOKRASİDEN, HİSSEMİZE DÜŞENİ DE BÖYLELİKLE ALMIŞ OLALIM...
YOKSA, KISTIRMA HAMLELERİ VE KISKANÇLIK DUYGULARI İLE DEMOKRASİMİZE BİR MECLİS KAPISI, BİR DE SANDIK AĞZI AÇIKTIR. O ZAMAN, DEMOKRASİMİZ SANDIK AĞZI KADAR BİR ÖZGÜRLÜĞE SAHİP OLUR Kİ, UFACIK O ÖZGÜRLÜK ALANI DIŞINDA DEMOKRASİ İÇİN ELİNİ KIMILDATMAYAN BİR TOPLULUK YARATILIR, BÖYLECE DEMOKRASİNİN TEPESİNE ÇIKANLARA ALAN BIRAKILMIŞ OLUNUR.
AMA BİLİYORUZ Kİ, DEMOKRASİ YİNE BİR YOLUNU BULUR VE GELİŞİMİNE DEVAM EDER. AMA GECİKMELİ TABİ. DEMOKRASİYE RAHAT BİR NEFES ALDIRALIM, YARINLAR, BUGÜNDEN DOĞSUN Kİ, HER BUGÜN DE, YARINA HASRET DUYMAYALIM...
ARTIK, DEMOKRASİDEN CÜZ-İ İRADE ÖZGÜRLÜĞÜNÜN AŞIRILMASINA İZİN VERMEYELİM... DEMOKRASİYİ, ÖZGÜRLÜKLERLE HALKA AÇALIM... İNANINIZ, O ZAMAN, 15 TEMMUZ’DAKİ GİBİ GÜVENE VE CESARETE SAHİP OLACAKTIR MİLLİ İRADEDE BÜTÜNLEŞEN CÜZ-İ İRADELER...
Saygı ile...
Yusuf SEVİNGEN
KamuAjans.com - Özel Haber
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.