Dipteyim, Sondayım, Depresyondayım
Son zamanlarda eğitim öğretim ortamlarında istenmedik olaylar yaşanıyor. Bunları görsel ve yazılı basında iliklerimize kadar hissediyoruz. Günlük yaşamda tepelediğimiz insani hisler görsel ya da yazılı basına düşünce depreşiyor. Tepeleme ile depreşme arasında ince bir medya çizgisi var. Bu ince sarkaca bağlı tepeleme-depreşme gelgidinin hipnozunda iken insani hisleri yaşamaya çalışıyoruz. Hipnoz sürecinde olsa gerek gerçek insani noktayı, ölçüyü ve çizgiyi bir türlü tutturamıyoruz. Ah bir tutturabilsek! Ama önce her bakımdan sahici olmamız lazım. Suya sabuna dokunmayan bir toplumun kir yaygarası ne kadar sahicidir? Ya da o kir suya sabuna dokunmadan nasıl yıkanabilir? Bu sorular üzerinde biraz düşünün derim. Eee gerçek, cesur kimselere açar kendini. Ve gerçeğe açılan gerçek bir yüzleşme içinde olur. Gerçek bir yüzleşme ise mumu yakar, bizi yalan dünyadan kurtarır. Onuncu köy olarak kucak açar bize. Kovulduğumuz dokuz köyden sonra bu köydür bizi yalanlarla oyalamayıp gerçeklerle doğrultan. En önemlisi insan olmanın tadına vardıran... Her neyse... Nerede kalmıştık?
İstenmedik olaylar oluyor eğitim öğretim ortamlarında. Yaşanan bu olaylar üzerinden eğitim öğretim ortamları hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunuluyor. Bilen de bilmeyen de... Gören de görmeyen de... Tabii bu değerlendirmelerin çoğu eyyamcılıktan öte gitmiyor. Medya sarkacına bağlı tepeleme-depreşme hipnozunun etkisi işte. Bu etki zaten sahicilikten uzak bir alana çekiyor insanları.
Aslında eğitim öğretim ortamlarında yaşanan hadiseler toplumsal yaşama dair bir karinedir.
Fakında mısınız, bilmiyorum ama toplumsal yaşamda özellikle bazı değerler çatır çutur ediyor.
Bu değerler toplumsal yaşamda insanları bir arada tutma özelliğine sahip. Ve bu değerler tepeleme-depreşme sarkacında binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete.
Aslında bu bakış açısından değerlendirildiğinde çatırdayan bir sosyoloji var karşımızda tespiti gayet yerinde ve doğrudur. Sahicilikten çıkarak verilen eyyama ve konjonktüre dayalı tepkiler mi sosyolojiyi kendine getirecek? Elbette hayır. Bu tip tepkiler yalnızca anı ve günü kurtarır. Kendimizi kandırarak rahatlama seansı işlevi görür.
Pekala endüstri 4 çağına girerken insan şu soruyu sormadan da edemiyorum: Robotlar, işlerimizi yapsınlanlar diye programlanırken insanları ne diye ve nasıl programlayacağız?
Bireyleri bir sınıfa alıp topluluk haline getiriyoruz, daha sonra da onları merkezi programlarla (müfredat) bir eğitim süreci içine alıyoruz. Sınavlarla sonra okuldaki birtakım mahkumiyetlerle onları bir darboğazın içinde kıvrandırıyoruz. Mecburiyetlere koşullandırıyoruz. Ne kadar acı! İnsan olarak onların kimyasını bozuyoruz. Ve okula, sınavlara yenilmiş zekalarını buruşturup çöpe atıyoruz. Taze dimağ, oluyor buruşuk ve pörsümüş dimağ. Bunu bizzat okul ve okulun ürettiği araçlarla yapıyoruz. Elbette okuldan, okulun ürettiklerinden nemelananlar var. Elbette gerçeklere gözlerini kapatan, sahte düzenin içinde kendi yağında kavrulan ya da bu düzenin içinde unvan ile kasılan, para ile caka satan anlattıklarımıza kulaklarını tıkayarak nemelazımcılıkta kimselerin ellerine su dökemediği kimseler var. Biliyorum, şu an bu yazılanları okurken pis pis sırıtıyorlar. Bıyık altından gülüyorlar. Bu kimseler, eyyamcı. Sahici değil kesinlikle. Asla ama asla öngörü sahibi değil. Öngörü olmayınca eyyam ile ancak bir arpa boyu yol alabilirler. Belki o mesafeyi bile alamazlar. Hal böyle olunca yarınları bu kimseler kurmayı bırakınız, sabote eder hatta provoke eder. Onun için eğitim öğretim ortamlarının -ilkokuldan, üniversiteye kadar- zihnen devrimsel bir yenilenmeye ihtiyacı var.
2023 vizyonu bence bir kapı aralar, yol açamaz. Hatta zaman kaybettirir. Sayın SELÇUK’un bu konuda biraz daha cesur davranması gerekiyor. Artık eğitimin sözü ile uğraşmayı bırakma zamanı geldi, eğitimin özü ile uğraşmak elzemdir. Bu bağlamda son SÖZÜM ÖZÜ özetlesin:
İnsanlığın uzaya, Mars’a açıldığı, dünya işlerini robotlara bıraktığı bir çağa girerken İNSANLARI, KURULAN DÖRT DUVAR ARASINDA MERKEZİ PROGRAMLARLA KURGULAYIP SINAVLARLA ZEKALARINI KURCALAMAK ilkelliğin ve geriliğin dik alasıdır. Burnumuzun dibinde yaşanan yepyeni bir çağ var iken hala eski bildiklerimizi okuyarak burnumuzun dikine dikine gitmek bizi dibe savurur. Bir de millet göğe çıkarken olur tüm bunlar.
Sonra mı?
DİPTEYİM, SONDAYIM, DEPRESYONDAYIM...
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN
İstenmedik olaylar oluyor eğitim öğretim ortamlarında. Yaşanan bu olaylar üzerinden eğitim öğretim ortamları hakkında çeşitli değerlendirmelerde bulunuluyor. Bilen de bilmeyen de... Gören de görmeyen de... Tabii bu değerlendirmelerin çoğu eyyamcılıktan öte gitmiyor. Medya sarkacına bağlı tepeleme-depreşme hipnozunun etkisi işte. Bu etki zaten sahicilikten uzak bir alana çekiyor insanları.
Aslında eğitim öğretim ortamlarında yaşanan hadiseler toplumsal yaşama dair bir karinedir.
Fakında mısınız, bilmiyorum ama toplumsal yaşamda özellikle bazı değerler çatır çutur ediyor.
Bu değerler toplumsal yaşamda insanları bir arada tutma özelliğine sahip. Ve bu değerler tepeleme-depreşme sarkacında binmiş bir alamete, gidiyor kıyamete.
Aslında bu bakış açısından değerlendirildiğinde çatırdayan bir sosyoloji var karşımızda tespiti gayet yerinde ve doğrudur. Sahicilikten çıkarak verilen eyyama ve konjonktüre dayalı tepkiler mi sosyolojiyi kendine getirecek? Elbette hayır. Bu tip tepkiler yalnızca anı ve günü kurtarır. Kendimizi kandırarak rahatlama seansı işlevi görür.
Pekala endüstri 4 çağına girerken insan şu soruyu sormadan da edemiyorum: Robotlar, işlerimizi yapsınlanlar diye programlanırken insanları ne diye ve nasıl programlayacağız?
Bireyleri bir sınıfa alıp topluluk haline getiriyoruz, daha sonra da onları merkezi programlarla (müfredat) bir eğitim süreci içine alıyoruz. Sınavlarla sonra okuldaki birtakım mahkumiyetlerle onları bir darboğazın içinde kıvrandırıyoruz. Mecburiyetlere koşullandırıyoruz. Ne kadar acı! İnsan olarak onların kimyasını bozuyoruz. Ve okula, sınavlara yenilmiş zekalarını buruşturup çöpe atıyoruz. Taze dimağ, oluyor buruşuk ve pörsümüş dimağ. Bunu bizzat okul ve okulun ürettiği araçlarla yapıyoruz. Elbette okuldan, okulun ürettiklerinden nemelananlar var. Elbette gerçeklere gözlerini kapatan, sahte düzenin içinde kendi yağında kavrulan ya da bu düzenin içinde unvan ile kasılan, para ile caka satan anlattıklarımıza kulaklarını tıkayarak nemelazımcılıkta kimselerin ellerine su dökemediği kimseler var. Biliyorum, şu an bu yazılanları okurken pis pis sırıtıyorlar. Bıyık altından gülüyorlar. Bu kimseler, eyyamcı. Sahici değil kesinlikle. Asla ama asla öngörü sahibi değil. Öngörü olmayınca eyyam ile ancak bir arpa boyu yol alabilirler. Belki o mesafeyi bile alamazlar. Hal böyle olunca yarınları bu kimseler kurmayı bırakınız, sabote eder hatta provoke eder. Onun için eğitim öğretim ortamlarının -ilkokuldan, üniversiteye kadar- zihnen devrimsel bir yenilenmeye ihtiyacı var.
2023 vizyonu bence bir kapı aralar, yol açamaz. Hatta zaman kaybettirir. Sayın SELÇUK’un bu konuda biraz daha cesur davranması gerekiyor. Artık eğitimin sözü ile uğraşmayı bırakma zamanı geldi, eğitimin özü ile uğraşmak elzemdir. Bu bağlamda son SÖZÜM ÖZÜ özetlesin:
İnsanlığın uzaya, Mars’a açıldığı, dünya işlerini robotlara bıraktığı bir çağa girerken İNSANLARI, KURULAN DÖRT DUVAR ARASINDA MERKEZİ PROGRAMLARLA KURGULAYIP SINAVLARLA ZEKALARINI KURCALAMAK ilkelliğin ve geriliğin dik alasıdır. Burnumuzun dibinde yaşanan yepyeni bir çağ var iken hala eski bildiklerimizi okuyarak burnumuzun dikine dikine gitmek bizi dibe savurur. Bir de millet göğe çıkarken olur tüm bunlar.
Sonra mı?
DİPTEYİM, SONDAYIM, DEPRESYONDAYIM...
Saygılar...
Yusuf SEVİNGEN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.