Bir İnsan Varmış, Bir İnsan Yokmuş
bu yazıda da bazı yazım hatalarının şuurlu yapıldığını üzerine basa basa vurgulamak isterim.
zaten anlatacaklarım da bazı dayatmaların, hayata karışınca ağızda çiğnendiği gibi olmadığını ortaya serecektir kanaatini taşıyorum. şöyle ki:
oldum olası doğal akışında yürüyen her şeyin, insanoğlu tarafından kurallara bağlanışını sevmedim.
kuralların insanoğlunu kendini keşifte önünde en büyük engel olduğunu düşünen saf insanlardanım.
standart, norm, ilke, ölçü, esas bazlı kalıba dökülen insanoğlundan bir iş çıkmayacağını iddia eden kallavi bir müddeiyim ben.
insanoğlu yontularak döküldüğü kalıp sınırları içinde tıpkı bir mengenedeki gibi daralmışlığın, sıkışmışlığın, tükenişin ve dağılmışlığın depresyonunu yaşar.
ama pek belli etmez. çünkü insan kendinin gafilidir. ve bu bakımdan da insan için dünya rüyası bir gaflet uykusu gibidir.
bu girişten sonra gelelim hikayemize.
hikayemizin başkahramanı hakan’dır. İşinde gücünde birisidir.
kendisi dilin ve dinin yasalarını çok iyi bellemiş bir gençtir.
hakan ana dilinin yasalarını okulda; dinin yasalarını da camide görmüştür. eee tornadan geçmiş bir elemandır, pardon insandır.
bu mekanları küçüklüğünden itibaren mesken tutmuştur aslında.
nasıl tutmasın ki dünyada mesleğe yani refaha giden yol okuldan; ahirette ise cennete giden yol camiden geçiyormuş.
hal böyle olunca da buralar herkesin küçük yaştan itibaren uğrak yerleri oluyor imiş.
anasından edindiği ve doğal akışında yürüyen o güzelim deryayı andıran ana dili de buralarda dil şeyhlerinin hükümleriyle kurutula kurutula kendisine elde avuçta standart olan kalmıştı. adı standart Türkçe idi. o da ne yapsın kendisine verilenle yetinip tatmin olmaya çalışıyordu. aykırı dil kullanımını dil şeyhleri eli ile terk etmişti ve adeta standart için kendinden kırpıyordu. standart dil kullanımının dışına çıkınca çenesine kramplar giriyordu. dil deryasından akan bal gibi sözcükler anasının balta girmemiş ağzından çıkıyordu kimi zamanlar lakin kendisine öyle bir batıyordu öyle bir batıyordu ki... sanki sofrada geğirmiş tesiri yapıyordu.
bir de din şeyhleri de var idi hayatında küçüklüğünden beri. onlar da adeta hükümmatik gibiydiler, şunu yaparsan yanlış, bunu yaparsan doğru, şu şöyledir, bu böyledir diyerek etraflarına dini belletiyorlardı. hakan serde cennet var diye bir mecburiyet ile mahkumiyet arasına sıkışmıştı. resmen kendisini yiyip bitiriyordu ama dedik ta gaflet halini yaşamaktaydı. bünyesi bu yaşadıklarını kaldıramıyordu. sanki kendisi değil, başkaları yaşıyordu hayatını. herkesin elinde uzmanlık alanıyla ilgili baltalar vardı, o baltalarla insanı bir tarlayı beller gibi belliyorlardı. buna da belletmek diyorlardı. Hakan da diğer insanlar gibi bundan nasiplenmişti fakat günbegün eriyordu.
bu iki kurulu yapı da insanoğluna bir sınır çiziyordu. onu resmen ortalama, normal, standart bir insanoğlu haline getiriyordu. hakan, dil ve din hükümlerinin darboğazında bir yaşam sürüyordu. hakan, aynı zamanda çok iyi bir yurttaş da olmuştu. öte yandan kanunları da çok iyi biliyor ve onlara göre davranıyordu. demem o ki her bir şeyin standartı onda tezahür ediyordu. gel zaman git zaman hakan büyük büyük bir haksızlığa uğradı. tam hakkını savunacaktı ki çenesine kramplar, midesine ağrılar girdi ve kendisine dayatılan kuralların dışına çıkamadı. kuralların içinde ezilmeyi kabullendi ve sineye çekti.
evet, hakan vardı ama yoktu.
Saygılarımla...
Yusuf SEVİNGEN
zaten anlatacaklarım da bazı dayatmaların, hayata karışınca ağızda çiğnendiği gibi olmadığını ortaya serecektir kanaatini taşıyorum. şöyle ki:
oldum olası doğal akışında yürüyen her şeyin, insanoğlu tarafından kurallara bağlanışını sevmedim.
kuralların insanoğlunu kendini keşifte önünde en büyük engel olduğunu düşünen saf insanlardanım.
standart, norm, ilke, ölçü, esas bazlı kalıba dökülen insanoğlundan bir iş çıkmayacağını iddia eden kallavi bir müddeiyim ben.
insanoğlu yontularak döküldüğü kalıp sınırları içinde tıpkı bir mengenedeki gibi daralmışlığın, sıkışmışlığın, tükenişin ve dağılmışlığın depresyonunu yaşar.
ama pek belli etmez. çünkü insan kendinin gafilidir. ve bu bakımdan da insan için dünya rüyası bir gaflet uykusu gibidir.
bu girişten sonra gelelim hikayemize.
hikayemizin başkahramanı hakan’dır. İşinde gücünde birisidir.
kendisi dilin ve dinin yasalarını çok iyi bellemiş bir gençtir.
hakan ana dilinin yasalarını okulda; dinin yasalarını da camide görmüştür. eee tornadan geçmiş bir elemandır, pardon insandır.
bu mekanları küçüklüğünden itibaren mesken tutmuştur aslında.
nasıl tutmasın ki dünyada mesleğe yani refaha giden yol okuldan; ahirette ise cennete giden yol camiden geçiyormuş.
hal böyle olunca da buralar herkesin küçük yaştan itibaren uğrak yerleri oluyor imiş.
anasından edindiği ve doğal akışında yürüyen o güzelim deryayı andıran ana dili de buralarda dil şeyhlerinin hükümleriyle kurutula kurutula kendisine elde avuçta standart olan kalmıştı. adı standart Türkçe idi. o da ne yapsın kendisine verilenle yetinip tatmin olmaya çalışıyordu. aykırı dil kullanımını dil şeyhleri eli ile terk etmişti ve adeta standart için kendinden kırpıyordu. standart dil kullanımının dışına çıkınca çenesine kramplar giriyordu. dil deryasından akan bal gibi sözcükler anasının balta girmemiş ağzından çıkıyordu kimi zamanlar lakin kendisine öyle bir batıyordu öyle bir batıyordu ki... sanki sofrada geğirmiş tesiri yapıyordu.
bir de din şeyhleri de var idi hayatında küçüklüğünden beri. onlar da adeta hükümmatik gibiydiler, şunu yaparsan yanlış, bunu yaparsan doğru, şu şöyledir, bu böyledir diyerek etraflarına dini belletiyorlardı. hakan serde cennet var diye bir mecburiyet ile mahkumiyet arasına sıkışmıştı. resmen kendisini yiyip bitiriyordu ama dedik ta gaflet halini yaşamaktaydı. bünyesi bu yaşadıklarını kaldıramıyordu. sanki kendisi değil, başkaları yaşıyordu hayatını. herkesin elinde uzmanlık alanıyla ilgili baltalar vardı, o baltalarla insanı bir tarlayı beller gibi belliyorlardı. buna da belletmek diyorlardı. Hakan da diğer insanlar gibi bundan nasiplenmişti fakat günbegün eriyordu.
bu iki kurulu yapı da insanoğluna bir sınır çiziyordu. onu resmen ortalama, normal, standart bir insanoğlu haline getiriyordu. hakan, dil ve din hükümlerinin darboğazında bir yaşam sürüyordu. hakan, aynı zamanda çok iyi bir yurttaş da olmuştu. öte yandan kanunları da çok iyi biliyor ve onlara göre davranıyordu. demem o ki her bir şeyin standartı onda tezahür ediyordu. gel zaman git zaman hakan büyük büyük bir haksızlığa uğradı. tam hakkını savunacaktı ki çenesine kramplar, midesine ağrılar girdi ve kendisine dayatılan kuralların dışına çıkamadı. kuralların içinde ezilmeyi kabullendi ve sineye çekti.
evet, hakan vardı ama yoktu.
Saygılarımla...
Yusuf SEVİNGEN
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.