MEB, müdür yardımcılığı için başvuru süresini uzattı.
Ayrıca, müdür yardımcısı olabilmek için de yönetmelikte öngörülmüş olunan ‘4 yıl öğretmen olarak görev yapmış olma’ şartını 2 yıla indirdi.
MEB’i, hem başvuru süresini uzatmaya hem de 4 yıllık süre şartını kısaltmaya iten, müdür yardımcılığı için yapılan başvuruların, mevzuatta öngörülen sayının çok altında kalmış olmasıdır. Yani bunun anlamı şudur, eğitim camiasında müdür yardımcılığına ilgi yok.
Tüm bu teşviksel ve özendirici değişikliklere rağmen müdür yardımcılığı başvurularına istenilen düzeyde ilgi sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Yani değişiklikler itici güç olamamıştır.
Pekala, nedir bu ilgisizliğin nedeni?
Yazılı sınavlı müdür yardımcılığı başvurularına ilgi var iken, mülakatlı müdür yardımcılığı başvurularına neden ilgi yoktur?
İlgisizliğin nedeni aslında müdür yardımcılığı seçiminde kullanılan yöntemsel ya da araçsal farktır, yani müdür yardımcısı seçiminde yazılı sınavın bırakılıp mülakata geçilmiş olmasıdır.
Öte yandan, bu ilgisizliği mülakata bir tepki olarak da yorumlayabiliriz.
Malumunuzdur ki, eğitim camiasında, mülakatlara dair algı ve izlenim olumsuzdur.
Eğitim camiası, mülakatlı atamalarda adayların yerinin, önceden kapalı kapılar ardında ayarlandığı ya da belirlendiği gibi kendilerini hiç de güvende hissetmedikleri bir algıya sahiptir.
Onun için MEB, başvuru süresini uzatsa da, 4 yıllık şartı kısaltsa da, bu olumsuz algıyı ortadan kaldıramadığı için başvurulara olan ilgiyi bir türlü istenilen düzeye çekemiyor.
Unutulmamalıdır ki, mülakatlı atamalar, içerisinde birçok haksızlığı barındırdığı için, liyakatı yok sayıp, iltimasa teşvik edercesine adeta geçit verdiğinden dolayı insanlarda olumsuz algılara ve izlenimlere sahiptir.
İnsanlar, özellikle yönetici atamalarından önce, mülakatın yalnızca bir prosedürün ya da mevzuatın parçası ve icabı olarak yapıldığını düşündüğü, herkesin yerlerinin önceden belirlendiğini gördüğü için şehir merkezinde öğretmenliği, köyde müdür yardımcılığına tercih ediyor. İnsanlar, mülakat yolu ile yapılan yönetici seçimlerinde, hakkını alamayacağını düşündüğü için de bu yola hiç tevessül etmiyor.
İyi, gözde ve kendilerine uygun okullarda yöneticilik yapmayı kafasına koyanlar ise mülakat sırasında değil, torpil sırasında bekliyor. Torpili kapınca, istediği yere kapılanıyor, ama kul hakkını da yemiş oluyor.
Yani mülakatlı yönetici seçimlerinde, iki grup var, birincisi okul seçen torpilliler, ikincisi ise kendisine düşen okula razı gösterenler. Yönetici seçimlerinde kategorize edilmiş eşit ve adil olmayan bu tablo, bir başka grubun hiç bu yola tenezzül etmemesinin nedenidir işte. Kısa vadede, yönetici seçimlerinde kullanılan mülakat yolunun adil-eşit olmayan devamlı haksızlığa gebe bu hallerinden dolayı kişiler arasında menfaat çatışmalarının yaşanabileceğini öngörüyorum. Bu, kaçınılmaz sondur. Ve MEB’in başını da ağrıtabilir. Onun için yönetici atamalarında hakkaniyetli-adil seçim yollarını tercih etmeliyiz, layık olan insanları o koltuklara oturtmalıyız, hem bizlerin içi rahat olur hem de o koltuğa oturan kişinin vicdanı rahat olur. Sormak lazım, torpille yönetici koltuğuna oturan kaç yöneticinin içi ve vicdanı rahat ve ferah acaba?
Ayrıca, üzülerek ifade etmem gerekir ki, mülakatlar milli menfaatlerimizi gözetmiyor, aksine bazı haksız ve adil olmayan ellerce kişisel menfaatleri gözeten bir mekanizma oluveriyor. Birçok insanı, bu hali ile kırıyor ve yaralıyor. Çünkü insanlar, hakkaniyeti olmayan bir mekanizmaya güvenmez ve o mekanizmanın karşısına boşu boşuna yani öylesine çıktığını düşünür. Bu nedenle mülakatlı atamalarda, haksızlık üreten ve kişisel çıkarları gözeten bu halin yolunu açanlarla ve insanlarda bu algıyı-izlenimi yaratanlarla yola devam etmemek gerekir. Ve onlarla devletsel sorumluluk ve millet adına iş/işlem yapan yetkililer olarak bir görev gereği mücadele etmek lüzumludur. Yoksa, milli eğitim, milli çıkarlarını ve yararlarını belirleyemez. Hatta unutulmaya yüz tutar. Milli eğitim, kişisel çıkarların ve yararların kurbanı olur. Olan çocuklarımıza olur, olan yöneticisiz kalan köy okullarına olur. Onun için 1947’lerde, ‘Marko Paşa’dan bizlere seslenen Sabahattin Ali gibi haykırıyoruz artık:
''Kendi çıkarlarını milletin çıkarlarından üstün tutanlara, kendi hak edilmemiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletlerini kölelik zinciri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmaya çabalayanlara lanet olsun...''
Saygı ile...
Yusuf SEVİNGEN
KamuAjans.Com/ÖZEL
Yorum Ekle
Yorumlar
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Yusuf Sevingen
Mülakatlı Müdür Yardımcılığına İlgisizlik
MEB, müdür yardımcılığı için başvuru süresini uzattı.
Ayrıca, müdür yardımcısı olabilmek için de yönetmelikte öngörülmüş olunan ‘4 yıl öğretmen olarak görev yapmış olma’ şartını 2 yıla indirdi.
MEB’i, hem başvuru süresini uzatmaya hem de 4 yıllık süre şartını kısaltmaya iten, müdür yardımcılığı için yapılan başvuruların, mevzuatta öngörülen sayının çok altında kalmış olmasıdır. Yani bunun anlamı şudur, eğitim camiasında müdür yardımcılığına ilgi yok.
Tüm bu teşviksel ve özendirici değişikliklere rağmen müdür yardımcılığı başvurularına istenilen düzeyde ilgi sağlanamadığı anlaşılmaktadır. Yani değişiklikler itici güç olamamıştır.
Pekala, nedir bu ilgisizliğin nedeni?
Yazılı sınavlı müdür yardımcılığı başvurularına ilgi var iken, mülakatlı müdür yardımcılığı başvurularına neden ilgi yoktur?
İlgisizliğin nedeni aslında müdür yardımcılığı seçiminde kullanılan yöntemsel ya da araçsal farktır, yani müdür yardımcısı seçiminde yazılı sınavın bırakılıp mülakata geçilmiş olmasıdır.
Öte yandan, bu ilgisizliği mülakata bir tepki olarak da yorumlayabiliriz.
Malumunuzdur ki, eğitim camiasında, mülakatlara dair algı ve izlenim olumsuzdur.
Eğitim camiası, mülakatlı atamalarda adayların yerinin, önceden kapalı kapılar ardında ayarlandığı ya da belirlendiği gibi kendilerini hiç de güvende hissetmedikleri bir algıya sahiptir.
Onun için MEB, başvuru süresini uzatsa da, 4 yıllık şartı kısaltsa da, bu olumsuz algıyı ortadan kaldıramadığı için başvurulara olan ilgiyi bir türlü istenilen düzeye çekemiyor.
Unutulmamalıdır ki, mülakatlı atamalar, içerisinde birçok haksızlığı barındırdığı için, liyakatı yok sayıp, iltimasa teşvik edercesine adeta geçit verdiğinden dolayı insanlarda olumsuz algılara ve izlenimlere sahiptir.
İnsanlar, özellikle yönetici atamalarından önce, mülakatın yalnızca bir prosedürün ya da mevzuatın parçası ve icabı olarak yapıldığını düşündüğü, herkesin yerlerinin önceden belirlendiğini gördüğü için şehir merkezinde öğretmenliği, köyde müdür yardımcılığına tercih ediyor. İnsanlar, mülakat yolu ile yapılan yönetici seçimlerinde, hakkını alamayacağını düşündüğü için de bu yola hiç tevessül etmiyor.
İyi, gözde ve kendilerine uygun okullarda yöneticilik yapmayı kafasına koyanlar ise mülakat sırasında değil, torpil sırasında bekliyor. Torpili kapınca, istediği yere kapılanıyor, ama kul hakkını da yemiş oluyor.
Yani mülakatlı yönetici seçimlerinde, iki grup var, birincisi okul seçen torpilliler, ikincisi ise kendisine düşen okula razı gösterenler. Yönetici seçimlerinde kategorize edilmiş eşit ve adil olmayan bu tablo, bir başka grubun hiç bu yola tenezzül etmemesinin nedenidir işte. Kısa vadede, yönetici seçimlerinde kullanılan mülakat yolunun adil-eşit olmayan devamlı haksızlığa gebe bu hallerinden dolayı kişiler arasında menfaat çatışmalarının yaşanabileceğini öngörüyorum. Bu, kaçınılmaz sondur. Ve MEB’in başını da ağrıtabilir. Onun için yönetici atamalarında hakkaniyetli-adil seçim yollarını tercih etmeliyiz, layık olan insanları o koltuklara oturtmalıyız, hem bizlerin içi rahat olur hem de o koltuğa oturan kişinin vicdanı rahat olur. Sormak lazım, torpille yönetici koltuğuna oturan kaç yöneticinin içi ve vicdanı rahat ve ferah acaba?
Ayrıca, üzülerek ifade etmem gerekir ki, mülakatlar milli menfaatlerimizi gözetmiyor, aksine bazı haksız ve adil olmayan ellerce kişisel menfaatleri gözeten bir mekanizma oluveriyor. Birçok insanı, bu hali ile kırıyor ve yaralıyor. Çünkü insanlar, hakkaniyeti olmayan bir mekanizmaya güvenmez ve o mekanizmanın karşısına boşu boşuna yani öylesine çıktığını düşünür. Bu nedenle mülakatlı atamalarda, haksızlık üreten ve kişisel çıkarları gözeten bu halin yolunu açanlarla ve insanlarda bu algıyı-izlenimi yaratanlarla yola devam etmemek gerekir. Ve onlarla devletsel sorumluluk ve millet adına iş/işlem yapan yetkililer olarak bir görev gereği mücadele etmek lüzumludur. Yoksa, milli eğitim, milli çıkarlarını ve yararlarını belirleyemez. Hatta unutulmaya yüz tutar. Milli eğitim, kişisel çıkarların ve yararların kurbanı olur. Olan çocuklarımıza olur, olan yöneticisiz kalan köy okullarına olur. Onun için 1947’lerde, ‘Marko Paşa’dan bizlere seslenen Sabahattin Ali gibi haykırıyoruz artık:
''Kendi çıkarlarını milletin çıkarlarından üstün tutanlara, kendi hak edilmemiş ekmeklerini yiyebilmekte devam etmek için milletlerini kölelik zinciri, cehalet karanlığı, korku uyuşukluğu içinde bırakmaya çabalayanlara lanet olsun...''
Saygı ile...
Yusuf SEVİNGEN
KamuAjans.Com/ÖZEL