Muallimden Öğretmenliğe Uzanan Yolda
Muallimden Öğretmenliğe Uzanan Yolda
Bugün burada yazdıklarımın hepsini önce kendime çuvaldızı batırırcasına bir duyguyla yazıyorum. Kalanından kim ne paye alırsa, kabulümdür.
Vay be, ne muhteşem bir cümle değil mi? Öğretmene şiddeti kınıyoruz. İnsana sormazlar mı kardeşim, öğretmeni şiddetin beşiğinde sallayan kim diye!
- Evet, öğrenciler başımızın tacı
- Öğrenciler gönlümüzün ilacı,
- Geleceğimizin emanetçisi,
- Ülkemizin vazgeçilmez bekçisi,
- Analarımızın kuzusu,
- Yüreklerimizin sızısı
- Bahar mevsimlerimizin bülbülü
- Bahçemizin en nadide açan gülü,
- Okulun, toplumun merkezi,
- Yakından ilgilendiriyor herkesi,
- Üstüne hayaller kurduğumuz,
- Umut dolu yarınlara vardığımız,
- Mutlu olduklarında murada erdiğimiz,
- Canımız, cananımız, yaranımız, yarınımız
İyi, güzel de, bu kadar kıymetli sıfatları yüklediğimiz çocuklarımızın hiç mi sorumlulukları yok? Haybeden bir hayatın gelişine röveşata yapacak değiller ya! Önce kılık-kıyafetle başladık, işin cılkını çıkardık. Ayarımız yok ki bizim! Vurunca öldürüyoruz. Eleştirelim derken ulu orta ağza alınmayacak söyler söylüyoruz. Fiili eylemlerde bulunuyoruz.
Davulun sesi uzaktan hoş geliyor. Hiç, okulların öğretmenler odasında bulundunuz mu? Okul müdürlerinin dertlerine kulak kabarttınız mı? Ya da bunları ateşin ortasına yuvarlamadan bir kez olsun seslerine yönünüzü çevirdiniz mi? Bu bir isyan değil! Bu bir sitem, bu bir vazgeçiş, bu işin mutfağında olamamak, bu bir öz eleştiri! Aynı telden konuşamamak, yüreklere dokunamamak! Bütün eksik ve noksan ne varsa hepsinin telafisini öğretmenden bekleyen, velilere oy potansiyeli gözüyle bakıp onları okulların jandarması haline getirenler, durup düşünmeli! Biz, ne yapıyoruz?
30 Haziran 2014 tarihinde yöneticilik görevimden yasayla “Eğitim Uzmanı” görevine alındım. (Bütün İlçe Milli Eğitim Müdürleri gibi) O günden beridir öğretmenlerimizle, okul/kurum yöneticilerimizle, öğrencilerimizle ve velilerimizle buluşuyor öğrenme yolculuğuna çıkıyoruz. Eğitim adına, çocuklarımız geleceğimiz adına daha sağlam temeller atmanın, paylaşmanın ve öğrenmenin sevdasıyla yoğuruyoruz yüreklerimizi… Okul-İlçe ve İl yöneticilerinin talepleri doğrultusunda yaklaşık 1000’e yakın seminer, kurs, bilgi şöleni… v.b. eğitim paylaşımında 100.000(i aşkın paydaşımızla bir araya geldik. Küsmedik, darılmadık. Toplam 17 adet kitabı yazarak okurlarla buluşmasını sağladık. Üretmeye, taş üstüne taş koymaya çalıştık. Bunun yanında aklı hafsalaya sığmayacak ilginç ötekileştirme tavırlarıyla da karşılaştık. Olsun, “bunlar bir avuç çıkarcı, değerleri değersizleştiren, muhtara kızıp merayı biçen üç beş kitap düşmanı,” deyip geçtik. Otuz yıllık bir birikimle heybemizde olanı biteni paylaşıyor yorumluyoruz sadece… Tek ilkemiz vatanın bütünlüğü muvazenesinde; tek millet, tek bayrak, tek devlet anlayışı içinde eğitime ve eğitim paydaşlarına katkı sunmaktır.
Allah onlardan razı olsun ki; büyük bir gayretle, okulunu, kurumunu ayağa kaldırmaya çalışan okul-kurum ilçe-il yöneticileri gördük. Öğretmen arkadaşlarımızın büyük bir bölümünde yadsınamaz, karşılığı hiçbir maddi bedelle ödenemez gayretli çalışmalara şahitlik ettik. Şimdi öğretmene şiddeti kınıyoruz. Kınayalım, iyi de tedbir olarak ne yapıyoruz, yapacağız. Kocaman bir hiç mi? Artık yeter denmeli ve öğrenci krallığına, havzası bomboş teneke gibi ses çıkaran ve ağzına öğretmeni alarak prim yapmaya çalışan gazeteci olduğunu iddia eden zevatlara, hudut bilmeyen velilere de bir dur denmeli… Şiddetten kastım silahlı, bıçaklı saldırı değil sadece… Üretken olmayan heybesinde laf salatasından başka bir şey taşımayan, edep, adap kavramlarından yoksun, öğretmene dil uzatarak kendilerini gündemde tutmaya çalışanlardan bahsediyorum… Yeri gelmişken son zamanlarda yaşanan öğretmene dil uzatma eylemine ve sahibine bir cevap verelim yazar edamızla.
Söz söylemek senin haddine mi düştü
Yediğin naneler yüzdü, bini aştı,
Fetö ile bir olup aynı tavada pişti,
Utanmadan, öğretmene dil uzatmış.
Dediler ki, üstadım saldırı var sana,
Ne duruyorsun, gardını alsana!
Dedi üstat; topun üstünde küçük bir sinek,
Diyorsunuz ki, ateşleyip vursana…
Hiç değer mi bir sinek için koca bir mermi?
Söz söylesem o akılsız başa girer mi?
Hatırlatalım ki, öğretmene gerekli değeri vermeyen bireyler toplumun baş belalarıdırlar. Eğer bir toplum öğretmenine sahip çıkamıyorsa o toplumun da sonu parlak değildir. Şimdi büyük ecdada kulak verelim öğretmenle ilgili nasıl bir tavır takınmışlar.
Sultan Selim Hân, -“Bir âlimin atının ayağından sıçrayan çamur, benim için şereftir. Öldüğüm zaman bu kaftanı böylece sandukanın üstüne koysunlar!” deyip, sırtından kaftanı çıkarıp, saklattı. Yine II. Murat-Akşemseddin ve Cihan Padişahı Fatih Sultan Mehmet Han arasında geçen olayı hatırlatmak isterim. Bir padişahın, öğretmenden, çocuğunun önünde yediği tokatın bir anlamı olmalıydı. Belki de İstanbul’un bugün İslam diyarı olmasının kapıları açılmıştır, değil mi? Bilmeyen cühelaya azıcık arşiv araştırması yapmalarını, birazcık kitap okumalarını tavsiye ediyorum.
Konumuza geri dönecek olursak, birbirimizi kandırmayalım. Pandemi döneminde, yüz yüze eğitimden daha çok yorulan, öğrencilerinin gölgesi gibi hareket eden, canlı derslere girmeyen çocuklara, tek tek ulaşan bir camiadan bahsediyoruz. Öğretmenler elbette… Tabi ki kocaman bir meyve ağacının meyveleri içinde çürükler olacak… Binlerce meyve sağlamken üç çürük var diye ağacı mı kesiyorsunuz? Kendi maaşının dışında hiç bir gelire sahip olmayan( istisnalar kaideyi bozmaz) öğretmenlerin, aylık internet faturaları, cep telefonu masrafları, tablet, bilgisayar alım maliyetleri, harcanan elektrik ve ısınma giderleri gibi onlarca kalem işi üst üste koyduğunuzda söz söyleyenlere hatırlatalım, altında kalır ezilir gidersiniz. Bu, işin basit bir madde kısmı… Ya mana boyutu ne olacak? Bunun karşılığını sizden bekleyen öğretmenlerin olduğunu mu zannediyorsunuz? Yok, yok, öyle bir eğitimci yok bu meyve ağacında… Sen sıcacık yatağında ona buna yalakalık yaparak evine haram lokma taşıyor hak etmediğin yerleri işgal ediyorsun ya! O dil uzattığın öğretmenler her sabah erkenden kalkıp akşama kadar öğrenci avına çıkıyor. Ekranın başında yan gelip yatan aymazlara, öğrenci denmesi için bin şahit gerekecek şımarıklara, onları şımartan ebeveynlere; ders anlatmaya, geleceklerini aydınlatmaya çalışıyor. Sabahın köründen gecenin yarısına kadar whatsapp, telegram, bip gibi iletişim kanallarından bilgi ve resmi evrak işleri için cevaplar yazıyor. Yüzde sekseni boş işlere cevap veriyor. Kim için biliyor musunuz? Birilerinin biraz daha fazla idareci ömrü uzasın diye… Allah şahit, öyle komik, öyle basit ve ucuz yaşanıyor ki hayat, yazıklar olsun, diyesi geliyor insanın…Senden, benden, ondan olmayanlar, ya düşman ya da …. Anladınız işte…
“Öğretmenin kral olduğu dönemlerin çocuklarıyız biz, şimdilerde ise öğrencilerin kral olduğu dönemden geçiyoruz”. Yarın ülkeyi emanet edeceksek bu çocuklara, o zaman sorumluluklar yüklemeliyiz. Elmas çok değerli bir madendir. Ama gazın sıkışmasıyla oluşmuştur. Basınç varsa, sıkıntı varsa, emek varsa ortaya yemek çıkıyor, nimet çıkıyor, değer çıkıyor. Koruyucu kollayıcı aile olmaktan, ailelere de oy potansiyeli olarak bakmaktan vazgeçmek zorundayız. Çanakkale’yi, Sarıkamış’ı, Maraş(ı ,Urfa’yı, Antep’i bilmeli bu çocuklar…Biz bunları anlatıyoruz zaten, bilmeleri gerekiyor, demekle olmaz.Haram yenilen yerde helal konuşulamaz, ya da helal iş yapılamaz. Önce örnek olunacak, sonra söylenecek. Önce söylenip yapılmıyorsa sonumuzu Allah hayır etsin diyemeyiz, hayrolmaz çünkü…
Bu sadece öğretmenin sorumluluğunda olan bir iş değildir. Bugün cereyan eden talihsiz öğrenci, veli, öğretmen olaylarında mesleğine sahip çıkamayan kendi içinde 15-20 tane STK kuran meslektaşlarımızın da sorumluğu yok değil hani.... Yani öncelikle bizler sorumluyuz. Sonra öğretmeni öteleyen herkes ve her kesim...
Her önüne gelenle eğitim, istendik düzeye taşınamaz. Hikâye bu ya: Baba kırık notları sebebiyle evladına bağırır, hakaret eder, hırsını alamaz ve der ki” senin yaşında Fatih İstanbul’u fethetti. Sen bir baltaya sap değilsin”. Çocuk cevap verir. İyi de baba; “ sen de Fatih Sultan Han’ın babası değilsin”. Armut dibine düşer yarenler… Artık yeter, bu gidişe bir dur demenin vaktidir. Herkesin sorumluluk bilinci içinde kendisine çizilen dairede hareket etmesi beklenirken öğrencilerin sonsuz özgürlükler deryasında yüzmesine son verilmeli… Zira biz, bu özgürlük deryasında önce çocuklarımızı, sonra da toplumumuzu heba edeceğiz. Sağlıkta olduğu gibi, eğitimde de gerçek eğitimciler dümene geçmeli, adalet, liyakat ehliyet ve eşitlik ilkeleri hayat bulmalıdır. Olumlu ve faydalı işleri tetikleyen, toplumu aydınlık yarınlara taşıma ülküsü içindeki bütün idari kadroları ve öğretmenlerimi selamlıyorum. 2071 vizyonuna inanan herkesi selamlıyorum. Bir sene sonrası için sorulan soruya, “bir takdir belgesi daha alırsam burada müdür kalıyorum” anlayışını da şiddetle kınıyorum. Yazıklar olsun…
Öğretmenlerin, samimiyet yürekli idarecilerin hâsılı eğitimcilerin yakasından düşün artık ey çıkarcı popülistler, diyorum. Ve yeniden hep birlikte kapalı bilinçlerimizi açmanın derdine düşelim. Birde tren meselesi var. Trene binenler var, inenler var, indirilenler var, inmeyenler var. Bir sonraki yazımızın başlığı da bu olsun inşallah.
Ve bir Kızılderili duasıyla bitiriyorum.” Yolunuz istediğiniz yere çıksın! Güneş yüzünüzü ısıtsın! Yağmur tarlalarınızdaki toprağı kabartsın! Rüzgâr daima arkanızdan essin!». Tekrar kavuşuncaya dek Allah yolunuzu açık etsin.
İrfan Ertav
Yazar
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.