Biz Büyüdük Bozuldu Tılsım
Yollarımız uzaktı okullara, yürümek gerekti. Yürürdük. Yol arkadaşlığı kurulurdu patika yollarından ana yola dökülen noktalarında başlardı bütün güzellikler. Büyürdü kümeler, bir iki, üç derken beş on kişilik gruplar olurduk. Koşardık, tırmanırdık, yorulur birlikte otururduk yol kenarı yamaçlarına… Umarsız, çıkarsız koyu sohbetlerimiz olurdu, gönlümüzün en beyaz yerinden dökülürdü cümleler… Yüzümüzdeki tebessümle ısınırdı üşüyen yürekler. Babasından dayak yiyen, anasından azar işitenlerin hikâyeleri ile büyütürdük birbirimizi… Yol tozpembe, okul oyun bahçesiydi. Ödevini yapmayanlar olurdu öğretmenden yenecek dayağın hatırı vardır diye… Büyüyünce anlatılacak hikâyeler biriktirirdik en masumundan… Yağmurlu günlerde şemsiyemiz olmazdı. Kaldı ki, şems zaten güneş değil miydi? Her şeyi yerinde doğru kullanmak gerek! O zaman şemsiyenin yeri de yaz olmalıydı, güneş olmalıydı. Yok canım inanmayın siz bu söylediğime. Şemsiye yoktu, ne şemsiyesi? Şemsiyeyi kim kaybetti ki öğrenci bulaydı. İri yapılı çocuklar küçüklere şemsiye olurdu yol boyu hepsi bu! Anlamlı yolculuklardı ya da yola anlam katılırdı okul arkadaşlarımızla… Yürümek kışın bir zulüm, baharlarda çileli çamurlu ölüm, yazları keyif doluydu. Sınıfı geçemeyen arkadaşlarımıza yılsonunda 15 günlük yetiştirme kursları açılırdı. Tembeldi onlar ama olsun, kıymetli arkadaşlarımızdılar. İzin alıp evden onlarla okula gitmeyi isterdi sınıfı geçenler. Ama nafile… Köy burası, bir ton iş bekler, bağda, bahçede, dağda, evde… Yine de arada bir kaçılırdı okulun bahçesine… Issızlaşırdı o sıralar okul o eski cıvıltılı günlerinden eser kalmamış olurdu. Zira kursa gelenlerin sesi soluğu çıkmazdı. Azınlıktılar ve mahcuptular…
Yokluk vardı, insanlığın dünyaya kol kanat gerdiği o dönemlerde. Evimizin yanışını hatırlarım. Bir tek iğnenin bile kurtarılmadan yandığı ve benim çocukluğumun en büyük travması olan o yangın… Sonrasında bütün köylünün hiçbir beklenti gözetmeksizin iki ay içinde evi yeniden inşa ettiğini… Severdi insanlar birbirini… Herkesin bir dünya görüşü vardı elbet. Büyüklerin sohbetlerine yansırdı. Ama kavgalar olmazdı. Akşam duvar lambası eşliğinde içilen çayın sohbetine karışır giderdi bütün acılar, kederler, ayrılıklar. Kavuşmalar, özlemler, yeni sevdalar başlardı yüreklerde yarına dair. Ne zor şartlarda yaşamış büyüklerimiz derdi çocuklar kendi aralarında… Vay be, dedem üç gün üç gece yürüyerek çarşıya gelmiş. Ne diyorsun, benim dedem yaylada beş gün mahzur kalmış yemek yememiş, kar suyu ile hayatta kalmış. Oğlum ne zormuş be… Baksana okulları bile yokmuş onların. Biz 5 km mesafede kısacık yoldan okula gidip geliyoruz. Öğretmenlerimiz var. Ne şanslıyız, değil mi? Çocukların bu konuşmaları yeni umutlar doğururdu tertemiz yüreklerinde. Umutla bağlanılırdı yarınlara… Şimdi mi? Siz söyleyin, neler söylersiniz, neler ifade edersiniz merak ederim. Neyse devam edelim biz.
Okul yollarımız, yol arkadaşlıklarımız çok güzeldi. Çocuktuk. Yağmurlu havalarda yollarda oluşan su birikintilerinden karıncaların hayatını kurtarırdık. Sayardık, ben bugün 155 kadar karıncanın hayatını kurtardım, sen ise 120… Bedenlerimiz küçüktü ama yüreklerimiz enginlere sığmayacak kadar büyük… Severdik birbirimizi, öyle severdik ki yumruk kadar yüreğimize kocaman bir kâinat sığardı. Kıskançlıklar, küskünlükler, dargınlıklar, kızgınlıklar dakikalarla sınırlı olur, barışmalar, sarılmalar ve gülüşlerimiz kaplardı bütün bir yılı, yılları… Biz yoklukların çocuğu olarak insanların içinde insan gibi büyümeyi başardık. Tarifi bugünün çocuklarına izah edilemeyecek kadar güzel etik değerler yüklüydü omuzlarımızda, yüreklerimize inancın en güzel örnekleri işlenmişti. Büyüklerimiz okumaz yazmazdılar ama insandılar… Öyle büyük hırsları yoktu, aldatmayı bilmezdiler. Bize de bulaştı bu güzel hasletleri… Kısaca anam-babam yoklukların çocukları tam donanımlı yetiştiler. Büyüdükçe anladılar ki, hayat yaman bir çelişki. Gördüler ki, kimi inancının üstünden kimi dünya çıkarı üzerinden yürüyor bu saf Anadolu insanına. Hal böyle olunca da kendi doğrularını kâinatın doğrusu kabul ediyor ve sömürüyorlar herkesi ve her kesimi… Yol ayrımında son bir cümle daha söylemek isterim. Tertemiz çocuklarımızın dünyalarını kirletenler sadece büyüklerdir, bilin. Ve lütfen size ait pis, çorak kokan, balçıklı dillerinizi, gönüllerinizi çocuklardan uzak tutun. Gidin içinizdeki bütün pisliği kendi yüzlerinize kusun.
Bütün güzel hasletleri yitirdik maalesef. Alın terini çalmak, devleti soymak, milletin malına göz dikmek helal kabul görüyor. Kimin dünya çıkarı varsa ahretini üç kuruşa satıyor. Yazık ki yazık…
Tılsım bozuldu yarenler. Çünkü biz büyüdük….
İrfan ERTAV Eğitimci Yazar
Yokluk vardı, insanlığın dünyaya kol kanat gerdiği o dönemlerde. Evimizin yanışını hatırlarım. Bir tek iğnenin bile kurtarılmadan yandığı ve benim çocukluğumun en büyük travması olan o yangın… Sonrasında bütün köylünün hiçbir beklenti gözetmeksizin iki ay içinde evi yeniden inşa ettiğini… Severdi insanlar birbirini… Herkesin bir dünya görüşü vardı elbet. Büyüklerin sohbetlerine yansırdı. Ama kavgalar olmazdı. Akşam duvar lambası eşliğinde içilen çayın sohbetine karışır giderdi bütün acılar, kederler, ayrılıklar. Kavuşmalar, özlemler, yeni sevdalar başlardı yüreklerde yarına dair. Ne zor şartlarda yaşamış büyüklerimiz derdi çocuklar kendi aralarında… Vay be, dedem üç gün üç gece yürüyerek çarşıya gelmiş. Ne diyorsun, benim dedem yaylada beş gün mahzur kalmış yemek yememiş, kar suyu ile hayatta kalmış. Oğlum ne zormuş be… Baksana okulları bile yokmuş onların. Biz 5 km mesafede kısacık yoldan okula gidip geliyoruz. Öğretmenlerimiz var. Ne şanslıyız, değil mi? Çocukların bu konuşmaları yeni umutlar doğururdu tertemiz yüreklerinde. Umutla bağlanılırdı yarınlara… Şimdi mi? Siz söyleyin, neler söylersiniz, neler ifade edersiniz merak ederim. Neyse devam edelim biz.
Okul yollarımız, yol arkadaşlıklarımız çok güzeldi. Çocuktuk. Yağmurlu havalarda yollarda oluşan su birikintilerinden karıncaların hayatını kurtarırdık. Sayardık, ben bugün 155 kadar karıncanın hayatını kurtardım, sen ise 120… Bedenlerimiz küçüktü ama yüreklerimiz enginlere sığmayacak kadar büyük… Severdik birbirimizi, öyle severdik ki yumruk kadar yüreğimize kocaman bir kâinat sığardı. Kıskançlıklar, küskünlükler, dargınlıklar, kızgınlıklar dakikalarla sınırlı olur, barışmalar, sarılmalar ve gülüşlerimiz kaplardı bütün bir yılı, yılları… Biz yoklukların çocuğu olarak insanların içinde insan gibi büyümeyi başardık. Tarifi bugünün çocuklarına izah edilemeyecek kadar güzel etik değerler yüklüydü omuzlarımızda, yüreklerimize inancın en güzel örnekleri işlenmişti. Büyüklerimiz okumaz yazmazdılar ama insandılar… Öyle büyük hırsları yoktu, aldatmayı bilmezdiler. Bize de bulaştı bu güzel hasletleri… Kısaca anam-babam yoklukların çocukları tam donanımlı yetiştiler. Büyüdükçe anladılar ki, hayat yaman bir çelişki. Gördüler ki, kimi inancının üstünden kimi dünya çıkarı üzerinden yürüyor bu saf Anadolu insanına. Hal böyle olunca da kendi doğrularını kâinatın doğrusu kabul ediyor ve sömürüyorlar herkesi ve her kesimi… Yol ayrımında son bir cümle daha söylemek isterim. Tertemiz çocuklarımızın dünyalarını kirletenler sadece büyüklerdir, bilin. Ve lütfen size ait pis, çorak kokan, balçıklı dillerinizi, gönüllerinizi çocuklardan uzak tutun. Gidin içinizdeki bütün pisliği kendi yüzlerinize kusun.
Bütün güzel hasletleri yitirdik maalesef. Alın terini çalmak, devleti soymak, milletin malına göz dikmek helal kabul görüyor. Kimin dünya çıkarı varsa ahretini üç kuruşa satıyor. Yazık ki yazık…
Tılsım bozuldu yarenler. Çünkü biz büyüdük….
İrfan ERTAV Eğitimci Yazar
Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.