Erhan Ziya SANCAR

Erhan Ziya SANCAR

Dünyanın En Mükemmel (!) Velilerine

Dünyanın En Mükemmel (!) Velilerine

Test ile tost arasında bir nesil heba oluyor.
*Nabi AVCI Milli Eğitim Bakanı
Veliler var ülkemde velayeti elinde bulunduran ancak anlamını bilmeyen..
Babalar var biyolojik…
Anneler var fizyolojik. Metafiziği ıskalayan..
Çocuklar var..Midelerde kramplar, nefes almada güçlükler, baş ağrıları ve baş dönmeleri sınav kaygısı ile uykuya hasret kalan çocuklar…
 Ve ebeveynler,kendilerini Amerikan westernin harika çocuğu John Wayne’in(Jon Veyn) ebesi sananlar..
Ve dahi sınavlar var..Akademik başarı ve çoktan seçmeli sorulara odaklanmış bir yaşam ve hızla ilerleyen bir zaman, döngü haline gelen sınavlar… LGS,YGS, LYS… OKS,TEOG,YKS,LES,ALES…VS VS VS.
Hep S..
Yani SINAV…
Yani TEST..
Yani YARIŞ..
Yani yakarış..
Yani MÜKEMMELLİYETÇİLİK!
Ülkemin bazı çocuklarında velilerin zorlaması ile  hep en iyi olma dürtüsü vardır. Bu tip çocuklar başarısız olmaktan çok korkarlar ve hep en önde olabilmek adına inanılmaz bir gayret sarf ederler.
Birincilik kürsüsüne çıkamadıklarında bunalıma girer, sınavdan bir soru bile kaçırdıklarında zıvanadan çıkarlar.
Türkiye’deki mevcut sistemden dolayı hem anne babalar, hem de okullar başarı odaklı olduğu için bu durumu belki normal sayabiliriz. Ama maalesef bu arada yenilgiyle başa çıkma gibi önemli bir konu atlanmaktadır.
Futbolculara nasıl hızlı koşacakları anlatılırken, sakatlanmayı önlemek için nasıl düşmeleri gerektiği de öğretilmektedir. “Hep koşacaksın, asla düşmeyeceksin,” diyen bir antrenörle bütün takımlar küme düşmeye mahkumdur.
Çocuklarının başarısız olacakları tüm ihtimalleri ortadan kaldırmaya çalışarak, onlara büyük bir iyilik yaptığını zanneden anne babalar da büyük bir yanılgı içindedir. Niyetleri iyi olsa da, bu tür anne babalar, çocuklarının hayat boyunca karşılaşacakları birçok güçlükle mücadele etmek için gereken beceriyi kazanmasına engel olmaktadır.
Psikolojik rahatsızlıkların birçoğunun temelinde de mükemmeliyetçilik yatar.  Sosyal fobi veya yaygın anksiyete bozukluğu gibi rahatsızlıkların sebebi araştırıldığında, mutlaka bir yerlerde mükemmelliği hedefleyen anne babaların izlerine rastlanır.
Her zaman mükemmelliğe oynayan çocukların sürekli kaygılı olduğu ve hayal kırıklıklarıyla dolu bir hayat yaşadıkları bilinmektedir.
Çocuk ruhunun sindirim sisteminin sağlıklı çalışması ancak düzenli beslenmeyle mümkündür. Yenilgiyi hazmedemeyen çocukların zekâları ve kapasiteleri çok işe yaramaz.
Çünkü sindirim sistemi iflas ettiği anda beyin dâhil tüm sistem çökmeye mahkûmdur.
Bazı araştırmacılar ailedeki yüksek mükemmeliyetçiliğin tedavi edilmesi gerektiğini düşünürler. Çünkü strese bağlı keyifsizlik, kaygı, depresyon, anoreksiya, psikosomatik bozukluklar ve obsesif kompülsif kişilik bozuklukları gibi birçok durumda etkili olduğu görülmektedir.* (Amerikan Psikiyatri Derneği, 1994). 
Yüksek düzeyde başarı bekleyen ve çocuklarını bu başarı için zorlayan aileler, çocuklarda oluşacak psikolojik baskının nelere yol açabileceğini düşünmelidirler. Her ebeveyn çocuklarının başarılı ve mutlu olmasını ister. Değişik kaynaklarda; çocuk gelişiminin erken dönemleri, çocukların hayatlarının sonraki dönemlerindeki zihinsel becerileri, kritik düşünme yeteneklerini, kendine güveni, öğrenmeyi, problem çözme becerileri geliştirmesini ve başkalarıyla uyumlu olma kapasitelerini etkilediği belirtilmektedir. 
Kusursuzu mu istiyoruz?
Eğitim sisteminde şeklen mükemmeli ararken ürünün tadı kaçıyor fark ettiniz mi?
Yapmayın anneler özellikle anneler, yapmayın babalar…
Çocuğunuzun en güzel yıllarını dolu dolu beraber geçirmek varken çocuğunuzun eksikleri üzerinden kurguladığınız hayat size mutluluk getirmeyecektir.
Buyurun size güzel bir öykü;
Öğretmen, 2 öğrencisine birer sepet verir ve bahçeye elma toplamaya gönderir ve  
“En tatlılarını getiren mezun olur” der.
Öğrenciler 1 saat sonra dönerler. Biri, arkadaşının sepetine yan gözle bakıp kendi getirdiklerinin muhteşem göründüğünden emin olmanın rahatlığıyla koyar sepetini ortaya .
Her biri tornadan çıkmışcasına muntazam, pürüzsüz, göz alıcı elmalar ondadır.
Ardından diğeri koyar sepeti. Eğri büğrü, kötü görüntülü, ezik, tomurcukken yağmur değmiş, yaralı bereli ne kadar elma varsa toplamıştır.
Öğretmeni, “Yolun açık olsun” der ve uğurlar  öğrenciyi.
Diğeri “Nasıl olur! ” diye hayıflanır; bir kendisinin bir giden öğrencinin elmalarına bakarak… Öğretmen çakısıyla birer parça keser; bir onun harika görüntülü elmasından, bir de giden öğrencinin yaralı bereli elmasından…
“Tat” der. “En tatlısını dedim, kabuğu en güzel olanını değil.”diyerek uzaklaşır.
Gerçekten de, pazardan aldığınız, üzerine dolu değmiş meyvenin o kısmını koklayın ve tadın, bal gibidir.
Ağaçta kalan kuşların gagaladığı yerden tadın, şeker gibidir..
Biz kusurlarımızla güzeliz.
Yaralanarak büyüyor, yaralandıkça tatlanıyoruz, yaralarımızla güzeliz hepimiz …
Non scholæ, sed vitæ discimus* *Okul için değil, hayat için öğreniyoruz.
Vesselam.
Erhan Ziya SANCAR
Eğitimci-Yazar

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Erhan Ziya SANCAR Arşivi
SON YAZILAR