Eğitimde Öğretmen Açığı Ne Kadar ?

Eğitimde Öğretmen Açığı Ne Kadar ?

KamuAjans.Com-Eğitim İş Sendikası Eğitim Öğretim Yarı Yılını Değerlendirdi.2016-2017 eğitim öğretim yılında, eğitim sisteminin, eğitim ve bilim emekçilerinin yıllardır birikerek artan sorunlarının daha da ağırlaşmasının yanı sıra, 15 Temmuz FETÖ darbe girişiminin ardından ilan edilen OHAL uygulamaları nedeniyle geçmiş yıllardan farklı bir durum da söz konusudur.

Gerek ülkenin içinde bulunduğu durum, gerekse bundan doğrudan etkilenen eğitim sisteminin karşı karşıya olduğu çok sayıda sorunun varlığına rağmen eğitim biliminin en temel ilkelerine aykırı düzenlemelerde ısrarını sürdüren Milli Eğitim Bakanlığı, eğitimi niteliksizliğe, düzensizliğe ve kaosa sürükleyerek çocuklarımızın geleceği ile oynamaya devam etmiştir.

Kamu hizmetlerinin piyasanın ihtiyaçları doğrultusunda dönüşümünün en önemli basamaklarından biri olan eğitimde yeniden yapılandırma ve muhafazakarlaştırma uygulamaları, hem Hükümet hem de MEB tarafından çıkarılan yasa ve yönetmelikler, OHAL’in ardından çıkarılan KHK’ler, eğitimde yaşanan sorunlara yenilerinin eklenmesine neden olmuştur. MEB tarafından son dönemde yapılan bazı değişiklikler ve uygulamalarla yüz binlerce öğrenci ve veli yine mağdur edilmiştir.



ÖĞRETMEN AÇIĞI ARTTI

Milli Eğitim Bakanlığı’ndan elde ettiğimiz rakamlara göre, 30 bin 470 öğretmen meslekten çıkarıldı. 15 Temmuz öncesinde 65 bin civarında olan MEB’deki kadrolu öğretmen açığı, 15 Temmuz sonrasında iki katına çıkmıştır. Bu verilere göre okulların açılmasıyla yaklaşık 1 milyon 511 bin 200 öğrenci öğretmensiz kalmıştır. Bakanlık öğretmen açığı sorununun önemli bir bölümünü norm fazlası öğretmenlerle çözüleceğini belirtse de, norm fazlası öğretmenlerin büyük çoğunluğunun büyükşehirlerde çalışması nedeniyle bu yöntem hiçbir şekilde çözüm olamamıştır.

Bu tabloya rağmen Milli Eğitim Bakanlığı, kadrolu öğretmen atamasından vazgeçmiş “doğrudan torpil” anlamına gelen mülakata dayalı sözleşmeli öğretmen sistemini getirmiştir. Atamaların sözlü sınav ile yapılması ise milli eğitim sistemimiz için utanç verici bir uygulama olmuştur. Sözlü sınavda öğretmenlere yöneltilen sorular mülakatta aranan temel ölçütün yandaşlık olduğunu ortaya koymuştur.



DERS KİTAPLARI

Öğretmen açığının yarattığı sorunlara ek olarak, 18 milyon öğrenci ders kitabı olmadan eğitim öğretime başlamıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın tüm okullarda ders kitapları, yardımcı kaynak kitaplarla, okul ve sınıf kütüphanelerindeki öykü, roman gibi kitaplardan FETÖ bağlantılı yayınevlerinde basılanların toplatılmasını istemesinin ardından bazı derslerin kitaplarının dağıtımı yapılamadı. Öğrenciler ve öğretmenler “PDF” formatındaki kitaplardan yararlanmaya mahkum edildi.

CEMAATE AİT OKULLAR İMAM HATİPLERE DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

AKP iktidarı döneminde, eğitimde piyasa merkezli işletmeci anlayışı yerleştirilmeye çalışılmış, birçoğu cemaat ve tarikatlara ait özel okullara yönelik doğrudan teşvik uygulamalarında ciddi adımlar atılarak kamusal eğitim alanı daraltılmıştır. AKP, kendi döneminde sayıları iki kat artan dershaneleri “paralelle mücadele” bahanesiyle özel okullara dönüşmeye zorlarken, devlet okullarına vermediği kaynağı, yandaş özel okullara peşkeş çekmiştir. Kamusal kaynaklar, eğitimin ticarileştirilmesi için özel sermayeye aktarılırken kamusal eğitimin niteliği düşürülmüştür.

Darbe girişiminin ardından ise kapatılan 1060 okulun yüzde 80’i, en fazla kontenjan açığı imam hatiplerde olmasına rağmen, imam hatip okuluna dönüştürüldü. Fen, Sosyal Bilimler, Güzel sanatlar Liseleri gibi okullara ihtiyaç olmasına rağmen bu okulların imam hatipe dönüştürülmesinin hiçbir pedagojik gerekçesi yoktur.

MEB’in 2015-2016 öğretim yılı verilerine göre Türkiye genelindeki bin 149 imam hatip lisesinde 677 bin 205 öğrenci, bin 961 İmam Hatip ortaokulunda ise 524 bin 295 olmak üzere 1 milyon 201 bin 500 öğrenci bulunmaktadır. Bu sayı, imam hatipe dönüştürülen cemaat okullarıyla birlikte bu eğitim öğretim yılında daha da artmıştır.



BÜTÇEDEN YİNE EĞİTİME PAY YOK



Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi, okul, derslik, öğretmen ihtiyacı ve altyapı sorunlarına rağmen 2017 yılı için 85 milyar 49 milyon TL olarak belirlenmiştir. Yıllardır eğitime en çok pay ayırdığını iddia eden AKP Hükümeti, 2017 yılı için de sadece zorunlu harcamaları karşılayan bir bütçe hazırlayarak eğitim harcamalarının yükünü yine velilerin ve hayırsever vatandaşların sırtına yükleyecektir.

MEB bütçesinin büyük bölümü personel giderlerine (yüzde 79) ayrılmıştır. Mal ve hizmet alım giderlerinin payı yüzde 10, cari transferler yüzde 3, diğer giderler ise yüzde 8’dir. OECD ülkelerinde milli gelirin ortalama yüzde 6’sı eğitime ayrılmaktayken, MEB’in 2017 bütçesinin milli gelire oranı sadece yüzde 3,54’tür. Öngörülen milli eğitim bütçesiyle parasız, nitelikli ve herkese eğitim anlayışının yaşama geçirilmesi mümkün değildir.



PİSA SONUÇLARI EĞİTİMDEKİ KÖTÜ GİDİŞATIN GÖSTERGESİ OLDU



6 Aralık 2016 tarihinde OECD tarafından 3 yılda bir düzenlenen PİSA sınavlarının sonuçları açıklanmıştır. PISA’nın 2015 sınavında Türkiye, 12 yıl önce aldığı puanların da altına düşmüş, sıralamada, 70 ülke içinde fende 52'inci, matematikte 49'uncu, okumada 50’inci sırada yer almıştır.

Kamuoyunca ilk kez eğitim sistemimizin yeni ve farklı bir değerlendirme sonucu görülmüşçesine “Eğitimde Sınıfta Kaldık” “Eğitimde Kötü Tablo” “OECD’ de gerilerdeyiz” vb. başlıklarla eğitim sisteminin başarısızlığına vurgu yapılmıştır.

Oysa ki eğitim uzun erimli bir süreçtir. Eğitimin çıktıları en erken 15 yılda alınabilmektedir. Yani bugünün yetişenlerinin 15 yıl sonra üretimi gerçekleştirecek bir nesil olması beklenmektedir. Bugün gelinen noktanın bir tesadüfi sonuç olmadığı da beklenen bir gerçektir. Eğitimin çıktılarının çeşitli nedenleri vardır: eğitimin fiziki alt yapısı, tekli-ikili eğitim, öğretmen dağılımı, öğretmen yeterliliği vb. Eğitim bilimcilerce yetişmenin ve nitelikli eğitimin temel nedeninin öğretmen yetiştirme ve öğretmen eğitimi olduğu üzerinde uzlaşılan bir konudur. 1996-1997 yılında Refah-Yol koalisyon hükümetinin öğretmen istihdam politikası öğretmen niteliği ile ilgili bizlere acı bir deneyimi hatırlatmaktadır. O yıllar da 46.000 kişi mezuniyetlerine ve yetiştiği okullara, mesleki ve pedagojik formasyonlarına bakılmaksızın sadece başvuru yapmak koşuluyla öğretmen olarak istihdam edilmişlerdir. Öğretmen olarak atanan bu arkadaşlarımız yetiştirme ve tamamlayıcı eğitim adlı stajyerlik programları dışında hiçbir akademik öğretmenlik meslek bilgisi almadan “öğretmenlik özel bir ihtisas mesleğidir” diye tanımlanan görevi 20 yıldır ifa etmektedirler. Bu değerlendirme sistemde olan arkadaşlarımızı bir suçlama değildir.

2005-2006 Eğitim-Öğretim yılında ise eğitim sisteminde yine köklü bir değişiklik yaşanmıştır. Müfredat değişmiş, yeni bir yöntem belirlenmiştir. Ailelerin çokça şikâyet ettiği bitişik el yazısı örneğinde olduğu gibi çocuklar zorlanmış, müfredatın verimliliği de bilimsel olarak sorgulanmamıştır. 10 yıldır uygulanan programın çıktıları ise bugün itibariyle 10. Sınıfta başka bir deyişle Lise 2. Sınıftadırlar. Uzlaşı sağlanmadan yapılan bilimsellikten uzak programın sonucu PİSA sınavıdır.

Eğitimin niteliğinde ki diğer bir kırılma anı da 4+4+4 düzenlemesidir. 1997-1998 yılında başlayan sekiz yıllık eğitimin sonuçlarının gerek ortaöğretimde gerekse mesleki teknik eğitimde ve kızların okullaşma oranlarında ciddi artışlar yaşanmışken sistemin değişmesi adeta bir domino etkisiyle sistemi tepeden tırnağa etkilemiştir. Hazırlığı, pilot uygulamaları ve alt yapısı hazırlanmadan hızla yapılan ve uygulamaya konulan bu sistemin acı sonuçları ilerleyen yıllarda daha çok görülecektir. PİSA’nın bir sonucu eğitime politik bakış açısıdır.

Eğitime kaynak ayırmak, fiziki alt yapıyı güçlendirmek elbette zorunluluktur. Ancak nitelikli bir eğitimi sunabilmek salt eğitme kaynak ayırmakla doğru orantılı değildir. Eğitime çok para ayırmak eğitimde başarıya götürür mantığı doğru olsa idi Sudi Arabistan, katar, Kuveyt, BAE vb gibi ülkelerin eğitimlerinin üst sıralarda olması gerekirdi. Önemli olan ne için ne miktarda kaynağı hangi amaç için ayıracağı ve harcanacağıdır.

Kamuoyunca PİSA sınavlarının sıcak gündemde yer almasına neden olan sonuçlarının sadece bugün karşılaştığımız ve geride kalacak sonuçları olarak değerlendirilmesi büyük hata olacaktır.

Türkiye 2015 yılı itibariyle 78 741 053 kişilik bir nüfusu barındırmaktadır. 21. Yüzyılın başında 2000 yılında nüfusun ortanca yaşı 24,8 iken, günümüzde ortanca yaş 31’dir. 16 yıllık zaman diliminde nüfusun ortanca yaşı 6,2 yıl artmıştır.

TÜİK nüfus projeksiyonlarına göre cumhuriyetimizin 100. Yılı olan 2023 yılında 83 894 000 yurttaşımızın yaşayacağı ve ortanca nüfusun 34 olacağı varsayılmaktadır. 2015 yılı verilerine göre sadece 0-14 yaş grubunda 18 886 620 çocuğumuzun bulunduğu düşünüldüğünde insan gücünün eğitiminin önemi net bir şekilde anlaşılacaktır.

Bu ifadeyi 2002 yılında 15 yaşında PİSA sınavlarına giren öğrencilerin 14 yıl sonra bugün 29 yaşında olduğu gerçeği ortanca yaş ve altındaki nüfusun nitelikli bir şekilde eğitilmediğini ve işgücü piyasalarında yer aldığı düşünüldüğünde ekonomimizin geleceği konusunda da iyimser olmamak gerekir.

Eğitimin tüm bileşenlerinin, krizde olan eğitim sistemini büyük bir toplumsal uzlaşı ile yeniden ele alıp, akıl ve bilim temelli bir reformun gerçekleştirilmesi yaşamsal önem taşımaktadır. Bu yapı ile devam edildiği sürece gelecek kuşakların daha da niteliksiz daha da vasıfsız olacağı aşikârdır.











EĞİTİMİ DİNSELLEŞTİRME ADIMLARI TAM GAZ



AKP iktidarı döneminde eğitim, siyasal iktidarın egemen ideolojisinin önemli bir bileşeni haline getirilerek en fazla yıpratılan alan olmuştur. Kindar nesil projesini her türlü hukuki, vicdani ve etik kuralı ayaklar altına alarak yaşama geçirmeye çalışan siyasal iktidar, çağdaşlaşmanın temeli olan eğitimi, kendi ideolojik amaçları doğrultusunda biçimlendirmeye çalışmaktadır.

Milli Eğitim Bakanlığı ulusal eğitimden uzaklaşmış, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, iktidara yakın dini kurum ve vakıflarla protokoller imzalanmıştır. Böylece TÜRGEV ve Ensar Vakfı başta olmak üzere, Hizmet Vakfı, Hayrat Vakfı, İHH, Furkan Vakfı, İlim Yayma Cemiyeti gibi dini vakıfların, devlet okullarında “değerler eğitimi” adı altında ders ve seminerler vermeleri, bağış toplamaları, dini içerikli yayınları dağıtmaları sağlanmıştır.

Kuran-ı Kerim, Siyer, Temel Dini Bilgiler adı altında dini esaslı konuları ele alan seçmeli derslerin seçimi konusunda hutbeler hazırlanarak öğrencilere ve velilere baskı yapılması; medreselere yasal statü kazandırılması, üniversitelerle denkliklerinin sağlanması, medrese mezunlarının pedagojik formasyon almasını ve müderrislerin bölgede barış gücü görevi üstlenmeleri konusunda Bakanlar Kurulu’na öneride bulunulması; kamu kreşleri teker teker kapatılırken, Diyanet’in açtığı kreşlerde 4-6 yaş arası çocuklara dini eğitim verilmesi yine sıbyan mektebi adı altında dini eğitim veren Kuran kursu kreşlerinin açılması gibi uygulamalar MEB’in Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ve tarikatların güdümüne girdiğinin göstergesi olmuştur.



EĞİTİMİN TARİKAT VE CEMAATLERE TESLİM EDİLMESİ AĞIR SONUÇLAR DOĞURDU



Karaman’da yaşanan taciz olayı ve Adana’nın Aladağ ilçesindeki yurt yangını, Bakanlığa bağlı okullarda eğitim gören çocuklarımızın çeşitli dernek, vakıf ve özel kuruluşlara ait yurt, ev ve etüt merkezleri olarak faaliyet gösteren yerlerdeki güvenliğine dikkatlerin çekilmesi gerektiği gerçeğini gün yüzüne çıkarmıştır.

Devletin öğrencilerini gözetmek konusundaki asli görevini özel kuruluşlara devretmesiyle birlikte bu alanlarda hiçbir denetimin olmaması affedilemez ve telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuran bir ihmalin varlığını ortaya çıkarmıştır.

4+4+4 düzenlemesinin 2012-2013 eğitim öğretim yılından itibaren hayata geçirilmesiyle birlikte, okul dönüşümlerine paralel olarak, çok sayıda köy okulu kapatılmış ve taşımalı eğitim uygulamaları yaygınlaşmıştır. MEB’in verilerine göre 2015-2016 eğitim öğretim yılında ise 43 bin 959 okul, 11 bin 853 merkez okula taşınırken, taşınan öğrenci sayısı ise 808 bin 332 olmuştur.

Eğitimlerine devam etmek için yerleşim yerlerine en yakın ilçelere giden öğrenciler Aladağ’da olduğu gibi devlete ait yurt olmadığı için barınma sorunu ile karşı karşıya bırakılmış, cemaat ve tarikatların yurtlarına yönlendirilmiştir.

Siyasi iktidar, kendi sorumluluğu altındaki bu çocukların eğitimini, barınmasını, ihtiyaçlarını belirli amaçlara hizmet eden; çoğu dini esaslara göre eğitimi şekillendirmek isteyen, eğitimin bilimsel ve laik yapısını, karma eğitim anlayışını yok etmeye çalışan bir kısım tarikatların, Cumhuriyet düşmanı vakıf, dernek veya cemaatlerin eline terk edemez.



MAARİF VAKFI’YLA EĞİTİM SARAYA BAĞLANIYOR



Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden 1 milyon TL aktarılarak yurtiçinde ve yurt dışında faaliyet gösterecek olan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın doğrudan kendisine yakın üyeleri atadığı Maarif Vakfı’yla eğitimin planlanması ve yönetimi Saray’a bağlanmaktadır.

Mütevelli Heyetinin oluşumuna baktığımızda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kontrolünde yeni bir TÜRGEV yaratılmaya çalışılacağı, kendilerine yakın tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerine yasal kılıf hazırlayacakları, devlet kasasından bu yapılanmalara para aktarılacağı açıktır. Böylece Milli Eğitim Bakanlığı by-pass edilecek ve devletin denetiminden çıkarılacak olan eğitim sistemi doğrudan saraya bağlanacaktır. Mütevelli heyetine yandaşların atanması bunu göstermektedir.

Vakfın, okul öncesi, ilköğretim, ortaöğretim yükseköğretimde kurumlar ve yurt, pansiyon, lojman açmasının öngörülmesi, kamusal eğitim alanının daha da daraltılacağı, özel öğretimin doğrudan destekleneceğini göstermektedir. Yine vakfın yurtdışında da faaliyet gösterecek olması, paralelle mücadele adı altında yeni bir paralel yapı oluşturulacağı ve cemaat okullarının bu vakfa devredileceği izlenimi yaratmaktadır.



REKTÖR SEÇİMLERİ KALDIRILDI

OHAL kapsamında 29 Ekim 2016 tarihinde yayınlanan 676 sayılı KHK ile demokratikliği zaten tartışmalı olan rektörlük seçimleri tamamen kaldırılmış ve üniversiteler doğrudan saraya bağlanmıştır. YÖK’ü kaldıracağız derken, rektörlük seçimlerini kaldırma kararıyla demokrasinin, bilimsel özgürlüğün ve özerkliğin esamesi bile kalmamıştır.

Daha önceleri rektörlük seçimlerinde ortaya çıkan sonuçlara saygı gösterilmeden istediğini atayan Cumhurbaşkanlığı makamı artık istediği kişiyi istediği üniversiteye rektör olarak atamaktadır.

Siyasal iktidarın, bilim kurumlarında kendisine bağlı siyasal bir yapı oluşturma çabasıyla 14 yıldır bilim yuvası olmaktan gittikçe uzaklaşan ve tamamen sessizleşen üniversitelere Cumhurbaşkanı’nın istediği kişiyi rektör olarak ataması, rektörlerin birer saray memuruna, üniversitelerin ise külliyeye dönüşünü hızlandıracaktır.



ÖĞRETMENLER BORÇLU VE GELECEKTEN KAYGILI



Eğitim-İş’in 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle, 43 ilde 837 öğretmenle görüşerek yaptığı “Öğretmenlerin Ekonomik Durumlarına İlişkin Öğretmen Görüşleri Araştırması” adlı araştırma sonuçları öğretmenlerin karşı karşıya olduğu sorunları ortaya koymuştur.

Araştırma sonuçlarına göre, öğretmenlerin yüzde 50’si görevden alınma korkusu yaşıyor, yüzde 50’si yeni bir iş bulursa öğretmenliği bırakmayı düşünüyor.

Ankete katılan öğretmenlerin yüzde 52’si kredi kartına, yüzde 52’si bankaya, yüzde 22’si esnafa, yüzde 25’i ise şahıslara borcu olduğunu belirtirken, yüzde 32’si annesinden ve babasından maddi destek alıyor. Borçla geçinmek zorunda kalan öğretmenlerin yüzde 25’i ek iş yapıyor, sinemaya, tiyatroya, tatile gidemiyor, yüzde 8’i maaşına en az bir kez icra geldiğini kaydediyor. Araştırma sonuçları öğretmenlerin yüzde 60’ının gelecekten ümitli olmadığını ortaya koyarken, yüzde 64’ü özgürce fikirlerini açıklayamadığını söylüyor.

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapması gereken gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 1509 TL, gıda harcaması ile birlikte giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer harcamaların toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 6192 TL’dir. Öğretmenler yoksulluk sınırının neredeyse yarısı kadar maaş almaktadırlar. Öğretmenlerin bu maaşla ailelerinin ve kendilerinin temel ihtiyaçlarını karşılamalarına imkan yoktur.

Yaptığımız araştırma öğretmenlerin ekonomik gelirlerinin yetersizliğinin eğitimin niteliğini düşürdüğünü ortaya çıkarmıştır. Eğitimin nitelik sorununun çözülebilmesi için öncelikli olarak öğretmenlere insanca yaşayabileceği bir ücret ödenmelidir.



CUMHURİYETİN ÖĞRETMENİ İNANMADIĞI MÜFREDATI UYGULAMAZ



Milli Eğitim Bakanlığı, ilkokul, ortaokul ve lisede okutulan 53 dersin taslak öğretim programını görüş almak üzere askıya çıkardı. Böyle önemli bir konuda, taslak programla ilgili öneriler için son günün 10 Şubat 2017 tarihi olarak belirlenmesi, ders kitapları yazım sürecinin 20 Şubat’tan itibaren başlayacağının açıklanması, konunun oldu bittiye getirileceğini göstermektedir.

Program incelendiğinde, Atatürkçülük kavramının sosyal bilgiler dersinin müfredatından çıkarıldığını, Atatürk’ün işlenişinin kapsamının daraltıldığını, 2. Dünya Savaşı konusunda İsmet İnönü başlığının kaldırıldığını, 15 Temmuz darbe girişinin felsefe dersi kapsamına alındığını, evrim kuramının ve üreme konusunun çıkarıldığını görmekteyiz.

Kısa bir süre önce yandaş sendikanın ifade ettiği biçimde öğretim programı Atatürkçü düşünceden soyutlanmaya çalışılmış çocuklarımızı Atatürk ve onun devrimlerinden arındırmak isteyen bir anlayış programa yerleştirilmiştir.

Türk Milli Eğitim Sisteminin temelinde Atatürk İlke ve Devrimleri bulunmaktadır ve eğitim müfredatı, Atatürksüz, Cumhuriyetsiz ve devrimsiz olamaz. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’e ve ulusun diğer manevi değerlerine bağlı nesil yetiştirme amacına uygun ders kitapları hazırlanması başta Anayasaya ve Milli Eğitim Temel Kanunu’na göre zorunluluk teşkil etmektedir.

Taslak metinden vazgeçilmeli, eğitim sendikaları, üniversiteler, STK’lar ve öğretmenlerin katılımı ile yeni bir komisyon oluşturulmalıdır. Dayatmacı, tektipçi, baskıcı, evrensel değerlere yabancı, insanlığın bilgi birikimine uzak yaklaşım terk edilmeli, Türkiye’nin tarihiyle, hedeflediği çağdaş kültürel anlayış ile barışık ve Cumhuriyet devrimlerinin kazanımlarını koruyacak bir öğretim programı hazırlanmalıdır.

Unutulmasın ki Cumhuriyet’in öğretmeni inanmadığı müfredatı uygulamaz. Bu nedenle, AKP iktidarının, Atatürk’ü, bilimsel, laik, ulusal ve demokratik eğitimi tasfiye etme girişimlerine karşı Eğitim-İş üyesi öğretmenler; Eğitim-İş tarafından hazırlanan ders planı dahilinde ülke genelinde tüm okullarda, 10 Şubat tarihinden itibaren her pazartesi bir ders Atatürk ile Atatürk ilke ve devrimlerine ilişkin konulara yer vereceklerdir.





SONUÇ

Eğitimde yaşanan sorunların aşılması, eğitimin eşit, parasız ve kamusal niteliğinin arttırılması ile mümkün olur. Eğitim-İş olarak, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da bilimsel, laik ve demokratik eğitim mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz. Ülkemizin geleceğini oluşturacak yeni kuşakların, akıl, bilim ve sanat ortamında barış ve huzur içinde verilen bir eğitim sistemiyle yetiştirilmesi için her türlü dayatmanın karşısında olacağız.

Cumhuriyetin öğretmeni inanmadığı müfredatı uygulamaz.

MERKEZ YÖNETİM KURULU 

HABERE YORUM KAT
UYARI:

Yorum yazarak topluluk şartlarımızı kabul etmiş bulunuyor ve tüm sorumluluğu üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan kamuajans.com İnternet Sitesi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.